GÜNDEMHABERLERSOSYAL MEDYA

CHP neden kazandı, AKP neden kaybetti-1

 

Muhalif seçmene bayram sevinci yaşatan 31 Mart seçimleri çok boyutlu birçok analizi hak ediyor. Seçim başarısının nedenleri ne? 28 Mayıs hezimetinden sonra nasıl bu noktaya gelindi? Başarının aktörleri kimdi ve sonuçlarda rolleri neydi? Bu sonuca rağmen hatalar da var mıydı?

Bu soruları hiç sormadan, “Ekonomi kötüydü, emekliler mağdurdu” diye kesip atabilir, çok zorlanırsak da “Kılıçdaroğlu Alevi olduğu için ona oy vermiyorlardı” diye noktayı koyabiliriz. Bu yanıtlar doğru mu, doğruluk payı içerseler bile tek başına yeterliler mi?

Batı ülkelerinde sporcuların attığı goller, verdikleri paslar, sahada durdukları süreler gibi onlarca veri, sürekli biçimde toplanıp bunlardan sonuçlar üretilir. Rekabet sporları her şeyden önce veri analizine dayanıyor.

Bir sporcu ofsayta düşse hayat yine aynen devam eder. Ama CHP’nin 420 belediyesinin olası hataları 2028 seçimlerine girerken hepimize bedel ödetebilir. Bu nedenle ne yaptık ne yapmalıyız konulu daha pek çok araştırmanın çıkmasını ve bize ışık tutmasını diliyorum.

Daha seçimin üzerinden 10 gün bile geçmemişken böyle bir yazı yazmaya cesaret etmek belki de doğru değil. Eksik bilgilerimle haklının hakkını tam olarak teslim edememekten çekiniyordum. Eksiklerim ve muhtemel hatalarım için bağışlayıcı olun lütfen.

Son olarak, yine futbol örneğiyle devam edeyim: Bu yazı maç sonuçlarını ve bunun nedenlerini tartışıyor. Profesyonel futbolun eleştirisini yapmak gibi, önümüze seçimsiz konulan kapitalist sistemi eleştirmek, hepimizin konusu olmalı ama bu yazının konusu değil.

BUZ GİBİ SEÇİMLER

Önce George Ritzer’in “algı” anlatımını biraz değiştirerek aktarayım:

Tuğla büyüklüğünde bir buz düşünün. Bunu elinizle kıramazsınız, ondan bir parça kopartmak için insan üstü bir güç gerekir. Oysa aynı buzu bir tencereye koyup ısıtırsanız, bir süre sonra sıvı olur ve bir kısmını almak kolaylaşır. Biraz daha ısıtırsanız buharlaşır ve artık moleküllerin yerine değiştirmek için üflemek yeterlidir.

Seçime günler kala seçmenin algısı hala buz gibiyse, ne kadar üfleseniz boş. Ama algı ısınmış ve buharlaşmışsa, seçmenin kararlarını değiştirmek için bir üfleme yeter.

Peki hangi seçmen grubu önce buharlaşır? Elbette esnaflar, ikinci üçüncü nesil kentliler, AKP’ye oy veren ama AKP’li olmayanlar, benim yıllardır “siyasetsiz seçmen” diye adlandırdığım ve “Selim Türkhan” adını verdiğim kesim. Özetle “köfteciler.” (Kitaplarımı ve yazılarımı okuyan okurların bıkacak boyutta tanıdığı bu seçmen grubunu yeni okurlara başka yazılarda anlatabilirim)

2024 seçimlerini bir başlıkla anlatmam gerekse: “Köftecilerin Gazabı” başlığını seçerim. Hepimizi şaşırtan bu başarı kuşkusuz birçok faktörün bir araya gelmesiyle oluştu ama “seçmeni üfleyen” sihirli an, Murat Kurum’un İmamoğlu’na “Sen ancak köfteci olursun” dediği andı. Kurum bu sözüyle o kadar çok çam devirdi ki… Bir tek cümleyle, hem “devlete karşı milleti” kıyasladı ve milleti aşağıladı; hem çarşı esnafının değil, devlet memurunun ağzıyla konuştu, hem statükonun sahiplerine özgü bir kibir saçtı ve hem de ekmek derdiyle koşturan milyonlarca yoksulu aşağı gördüğünü belli etti.

Türkiye seçimleri “son an” seçimleridir. Azımsanamayacak büyüklükte bir kitle son anda karar verir.

CHP yıllarca tam seçim öncesi AKP’nin imdadına yetişmiş ve üflesen karar değiştirecek geniş bir seçmen grubunun “dönüp dolaşıp” yine AKP’ye oy vermesine neden olmuştu. Hatta bazen “ters üfleme” yapıp gelen seçmeni geri yolladığı bile olmuştu. (Örneğin 14 Mayıs’a günler kala, “seçimi kazanır kazanmaz, ağır vergiler getireceğiz, azdan az alınacak, çoktan çok alınacak ama herkes bedel ödeyecek” denmesi gibi)

Seçim gürültüsü içinde ölüm haberi pek duyulmayan Daniel Kahneman “En mantıklı insanın bile hayatı boyunca aldığı kararların %95’i irrasyoneldir” der ve ona Nobel getiren çalışmalarında temel olarak bu irrasyonelliği inceler.

Düşünmemize fırsat olsa asla yapmayacağımız pek çok şeyi, hiç düşünmeden bir ömür yaparız. Çocukken edindiğimiz (veya edinmeye mecbur bırakıldığımız) bir kanaati, ömür boyu sarsılmaz bir gerçeklik gibi sahipleniriz.

Toplumun nihayet rasyonel bir karar almasına bu irrasyonel kırılma anları yol açmış olabilir mi?

MAMALIYDI, MEMELİYDİ

Bir ara “mamalıydı, memeliydi” başlıklı bir kitap yazmayı düşündüm. Son 2 yılımız bu eklerle biten cümlelerle geçti:

Kılıçdaroğlu asla aday olmamalıydı. Altılı Masa Kılıçdaroğlu’nun kendini aday seçtirmek için kurduğu bir masaydı, hiç kurulmamalıydı.

Kılıçdaroğlu “Belediye başkanlarını CB adayı yapmayacağım” diyerek, İmamoğlu ve Yavaş’ı yarışın başında devre dışı bırakmamalıydı.

Altılı Masa öncesi İyi Parti’nin oyu %15’lere çıkmıştı ve bu çıkış eğrisi devam edebilirdi. Masa kuruldu ve İyi Parti düşüşe geçti. İkisi hiç seçime girmemiş ve toplam oyları meçhul olan dört küçük partinin, %15’lere ulaşmış bir partiyle eşit temsile sahip olması kabul edilmemeliydi.

Tüm bunlara rağmen, Akşener aylardır sessizce oturduğu masadan seçime haftalar kala kalkmamalıydı.

Altılı Masa oy birliği esasına göre kurulmuştu. Bir paydaş masadan kalkınca bu süreç tanım itibari ile devam etmemeliydi.

Meral Hanım kalktığı andan itibaren geriye tek bir çare kalıyordu, masayı dağıtmak ve İmamoğlu veya Yavaş’ı aday göstermek. Bunun yerine ikisini “başkan yardımcısı” yapmak gibi bir formülle durum kurtarılmaya çalışılmamalıydı.

Seçime Saadet ve Deva kesinlikle ayrı ayrı girmeliydi, seçmende hiçbir karşılığı olmayan Gelecek ve Demokrat Parti dahil, bu dördü CHP listelerinden seçime girmemeliydi. Diğer ikisini bilemem ama Saadet ve Deva kendini yok etmemeliydi. Bu yanlış kararı vermeseler, Saadet yirmi yıldır beklediği çıkışı nihayet bulmanın, Deva ise kendini kanıtlamanın arifesindeydi. Başkanlık sisteminde anlamı olmayan15 vekil için harakiri yapmamalıydılar.

Seçimden hemen önce kutuplaştırıcı dile dönüp “Yargılamaya geliyoruz, beşli çeteyi ezeceğiz” diyerek son kalan siyasetsiz seçmenler de kapıdan kovulmamalıydı.

Seçimini ikinci tura kalacağı, iç bilgi olarak biliniyordu. Küskün seçmeni motive etmek için söylenen “İlk turda alıyoruz” lafına, CHP’nin kendisi de inanmamalıydı. İlk tur gecesi seçmene yeniklik havası verilmemeliydi… İkinci tur için zaman kaybedilmemeliydi. Özellikle hemen oy kullanmak zorunda olan yurtdışı seçmen sahipsiz bırakılmamalıydı.

Tüm bunlar olmamalıydı ama oldu. Kılıçdaroğlu’nun inanılmaz motivasyonu nedeniyle hepimiz inanmadığımız şeyleri sahiplenmek, hatta savunmak zorunda kaldık. Aday kesinleştikten sonra “Ama Kılıçdaroğlu olmaz” demenin anlamı da kalmadı. Hatalar yapıla yapıla, 28 Mayıs geldi. Ve seçim kaybedildi.

Hiç kimsenin tanımadığı ve alay konusu olan Ekmeleddin İhsanoğlu adaylığında Erdoğan çok daha az bir farkla seçimi kıl payı kazanabilmişti. O zaman kişi başı milli gelir 14.000 dolardı. Herkesin tanıdığı Kılıçdaroğlu aday olduğunda bu miktar reelde yarı yarıya düşmüştü. Üstelik Kılıçdaroğlu’nun arkasında belediyelerin muazzam gücü vardı. Şartlar iktidar adına bu kadar kötüyken, muhalefetin Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmesi mucizeydi. Kılıçdaroğlu bu seçimi kaybederek bir mucize başarmış oldu.

O andan sonra Kılıçdaroğlu’ndan şu konuşmayı bekledim:

“Hepiniz desteğini istedim ve hepiniz bana destek verdiniz ama olmadı. Seçimi kaybettim. Lamı cimi yok, bu başarısızlığın sebebi benim. Kurultay ne zaman yapılırsa yapılsın, artık asla aday olmayacağım. Kurultay seçimden sonra yapılırsa, tüm adayların o bölgedeki seçmen taleplerine (ek olarak o kentte eğer mevcutsa ve başarılıysa büyükşehir belediye başkanının) göre adil ve şeffaf biçimde belirlenmesine hakemlik edeceğim.”

Maalesef bunu da yapmadı. Onun yerine Uğur Dündar’a, “Ben aday olmam, aday gösterilirim” dedi. Çekişmeli kurultay kararı almamalıydı. Kurultayda aday olmamalıydı.

Kılıçdaroğlu sadece 28 Mayıs süreciyle değil, kurultay adaylığıyla da ateşle oynamaya devam etti.

Yerel seçime üç ay kala çekişmeli kurultay yapılması hataydı. Parti içi istişare yapılır ve Özgür Özel daha haziran ayında ilan edilebilir, kurultay olduğunda da tek aday olarak genel başkan seçilebilirdi.

Şimdi bakınca “Belki böylesi daha iyi oldu” diyebiliriz. Buna iki nedenle katılmıyorum. Birincisi yerel seçim büyük bir başarıyla sonuçlanmış olsa da aday belirlemelerde hatalar oldu. (Çekişmeli bir kurultay sonrası Kılıçdaroğlu kazansa da hatalar olacaktı.) Bazı başarılı insanlar karşıt oldukları için elendi, bazı başarısız insanlar yandaş oldukları için ödüllendirildi.

İkincisi, bu kurultayı sadece 18 oy farkla kazanıldı. Ya o 18 oy verilmesiydi? O zaman 2028’e kadar tüm psikolojik üstünlük AKP’de olarak geçecek ve kim bilir nerelere savrulacaktık.

Yerel seçim öncesi çekişmeli kurultay kararı almak böyle büyük bir riskti. Ve hepimizin geleceğini belirleyecek bu riski alan da yine Kemal Kılıçdaroğlu’ydu.

Kemal Bey’e CHP’yi bir yerden bir yere taşıdığı için, Özel, İmamoğlu, hatta Yavaş dahil onlarca ismi siyasete kazandırdığı için, “karşı” tarafla ilişki modelleri aradığı için çok değer veriyorum. Eminim bu eleştirilerimi okuyunca bile benle her zamanki saygısıyla konuşmaya devam edecek. Tam 15 yıldır Kılıçdaroğlu’nu kıyasıya eleştiriyorum, beni her zaman ceketini ilikleyerek karşıladı.

Ama tüm bu hataların bedelini ödeyen milyonlarca kişiden biri olarak ona aynı zamanda kızıyorum. Galiba ona karşı bu tuhaf “sevgi-nefret” ilişkisi birçok insanda var.

BOĞAZİÇİ’Nİ BİR PUANLA KAÇIRMAK

28 Mayıs eğer bir yerel seçim olsaydı, hepimiz sokağa çıkıp bayram yapardık. Eldeki 11 büyükşehirin tıpkı şimdi olduğu Hatay dışında tamamı korunmuş, üstüne yine tıpkı şimdi olduğu gibi Balıkesir ve Denizli’yi kazanmış, Manisa foto finişle bitmişti. 28 Mayıs yerel seçim olsaydı İstanbul’da 14 olan ilçe sayısı 20’ye yükselmişti, çünkü Beyoğlu, Çatalca, Eyüp, Silivri, Tuzla ve Üsküdar’da Kılıçdaroğlu önde çıkmıştı.

Üstelik 28 Mayıs bir yerel seçim değildi. Eğer büyükşehir belediye başkanı başarılıysa, yerel seçimlerde bunun 4-5 puan artısı oluyor. Yani 28 Mayıs’ta İstanbul’da yerel seçime girmiş olsak az farkla kaybedilen ilçeler de eklenerek 25-30 arası ilçe kazanılmış olacaktı. Tıpkı Adana, Antalya ve Mersin’de AKP’nin silinmesi gibi.

Seçim yurtdışı oylar ve kırsalda “ulaşılamayan” sandıklardan gelen şaibeli sonuçlarla 52’ye 48 bitti. Kılıçdaroğlu seçimden hemen sonra istifa etseydi, onu değil bunları konuşacaktık. Aslında paradoksal biçimde, Kılıçdaroğlu da bundan kazançlı çıkacaktı. Ama tekrar aday olacağının sinyallerini verince, önü alınamaz biçimde prestij kaybetti. Seçimi analiz etmeye vakit bile kalmadan, çekişmeli kurultay süreci başladı.

Özetle 28 Mayıs hezimet değildi, Boğaziçi’ni bir puanla kaçırmaktı. Kaybettikten sonra 1 puanla kaybetmekle 48 puanla kaybetmek arasında fark yok.

Ne yazık ki siyasete hâkim olan şirket hukukuna göre, 51 her şey, 49 hiçbir şey…

CHP neden kazandı, AKP neden kaybetti-2

Ateş İlyas BAŞSOY

BirGün Gazetesi, 10.04.2024

https://www.birgun.net/makale/hezimetten-sonra-gelen-selamet-sonuc-ikinci-bahar-520865

 

Konu ister kimya olsun ister sosyoloji çok etkenli durumlarda değişimin nedenini bulmak için “ceteris paribus” diye adlandırılan bir yöntem kullanılır. Basitçe, her iki durumda aynı olan etkenleri ayırıp, farklılaşan etkenlere göre tahlil yapmaya çalışırsın.

“Seçmen ekonomik bunalımın faturasını kesti”… Peki, 10 ay önce neden kesmedi? Ülke ekonomisi 2015’ten beri baş aşağı gidiyor, her yıl daha fakirleşiyoruz. Fatura seçmenin aklına neden şimdi geldi?

28 MAYIS İLE 31 MART SEÇİMLERİNDE NELER AYNIYDI?

İki seçim arasında sadece 10 ay var. AKP-CHP rekabeti aynıydı, ekonominin berbat hali aynıydı; işçi, emekçi, memur, emekli milyonlarca vatandaş, aynen bugün olduğu gibi yoksulluk içindeydi. İYİ Parti ve DEM seçmeninin ağırlıkla kentte yaşayan ve birbirlerinin farkında akıllı başlı insanlar olduğu gerçeği aynıydı, seçmen aynıydı.

28 MAYIS İLE 31 MART ARASINDA FARKLI OLANLAR DURUMLAR NEYDİ?

1 – Bu kez yerel seçim yapıldı ve her seçmen kendi seçim bölgesinde kendi belediye başkanını seçti. Yani belediye başkanlarının olumlu bir etkisi olmalı.

2 – Kılıçdaroğlu gitti ve yerine Özel geldi. Yani Kılıçdaroğlu’nun olumsuz, Özel’in olumlu bir etkisi olmalı.

Böyle düşününce “emeklilerin isyanı” gibi açıklamalar etkisini biraz kaybediyor. Emekliler kuşkusuz eziliyor ve kuşkusuz öfkeliler. Ama 28 Mayıs’ta veya öncesinde de emekliler bal börekle yaşamıyordu. Son dört yılın hiper enflasyonu onları da vurmuştu. Emekliler zaten eziliyordu. Bu seçimde ne olmuştu da geçmişte AKP’ye oy veren emekliler, CHP adayına oy vererek veya sandığa gitmeyerek AKP’yi cezalandırmıştı? Geçmişte onları AKP’de tutan, bu seçimde tutmayan neydi? Kılıçdaroğlu’na mı elleri gitmiyordu? Özel’i mi sevmişlerdi? Yoksa İmamoğlu ve diğer yeni başkanların performansları mı etkili olmuştu? Son anda, son darbeyi vuran neydi? Muhtemelen hepsi.

Karşılaştırmayı 2019 ve 2024 arasında yapınca daha net konuşabiliriz. Çünkü bu iki seçim arasında 5 koca yıl geçti.

2019 ile 2024 yerel seçimleri arasındaki farka da bakalım:

1 – 2019’da adaylar vardı, şimdi muzaffer ve örnek başkanlar var. 2019’da CHP’nin Yılmaz Büyükerşen dışında, il bazında bir tek başarı örneği yoktu. 2019’dan sonra, özellikle AKP / MHP’den alınan ve Türkiye’nin en büyük 10 kenti içinde olan İstanbul, Ankara, Antalya, Adana ve Mersin’deki başarılar, sadece o kentlerde yaşayanlara değil, ülke geneli seçmene “bunlar iş yapabilir” mesajı verdi.

2 – 5 yıl ekonomik karşılaştırma yapmak için ideal bir süre. Ekonomik darboğaz bu sürede toplumu çok yoksullaştırdı. Kişi başı milli gelir dolar bazında reelde yarıya düştü. Türkiye yıllık %100 enflasyonla dört yıl geçirdi. İki yerel seçimi kıyaslarsak, ekonomik çöküşün etkisi büyük.

3 – Kılıçdaroğlu gitti ve yerine Özel geldi.

İKİ YEREL SEÇİMİN BENZER YANI NEYDİ?

Her ikisinde de “martın sonu bahar” olmuştu. Her iki seçim de CHP adına zaferdi. 2024’e “1977’den beri CHP’nin ilk zaferi” denmesi doğru değil. İlk zafer 2019’da yaşanmıştı.

2019 ilkbahar, 2024 “ikinci bahar”dı.… Her iki seçimde de CHP başarılı oldu. İlk seçimde İstanbul alındı. Tek başına bu bile yeter. Üstüne Ankara alındı, Antalya, Adana, Mersin alındı. İlk seçimde “şans verilen” yeni isimler, 2024’te “başarı kanıtlarına” dönüştüler.

Erdoğan ve şürekasının en büyük hatalarından biri, bu seçim başarısını “tesadüfi” olarak görmeleri, küçümsemeleriydi. Haziran’da İstanbul’da ezildiler, bunu da “tepki”ye bağladılar. İstanbul onlara aitti, Ankara onlara aitti… Seçmen bir hata yapmış, punduna gelmişti… İmamoğlu ve Yavaş öyle berbat belediyecelik yapacaklardı ki, bir sonraki seçimde İstanbul ve Ankara açık ara farkla AK Parti’ye dönecekti… Olmadı. AKP eliti, altlarından kayan sosyolojik zemini görmedi. Burunları o kadar havadaydı ki zemini görmeleri zaten mümkün değildi.

‘İYİ DE KILIÇDAROĞLU’

Söz konusu CHP’ye bakışsa, yıllardan beri kalıplaşmış üç tip seçmen gözlemliyoruz:

1 – Ağzıyla kuş tutsa bile Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye oy vermeyecek seçmen. Anadolu’nun birçok kentinde bu seçmenin ağırlığı var. Geçtiğimiz yerel seçimde Mansur Yavaş’ın aldığı oya 28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu’nu destekleyen partilerin oylarını eklersek yaklaşık 64 puana ulaşıyoruz. Oysa daha 10 ay önce yapılan referandumda Ankara’da Kılıçdaroğlu’na evet diyenler 51 puandı. Aradaki 13 puan farkın önemli kısmı, işte bu kategoriye giriyor.

2 – “Genel Başkan kim olursa olsun umurumda değil, ben Atatürkçüyüm ve oyumu CHP’ye vereceğim” diyen seçmenler. Bu seçmen tipi de her yerde var ama özellikle büyükşehirlerin merkezlerinde ve Ege sahillerinde çoğalıyorlar.

3 – “İyi de Kılıçdaroğlu’na mı oy vereceğiz?” diyenler… İşte bu kesim için yıllardır kitaplar yazıyor, bu kesimi hedefleyerek seçim kampanyaları yapıyorum.

“Tamam iyi diyorsun da, Kılıçdaroğlu’na oy veremem” diyen bu kitlenin oyu %25’lerde. Sürprizli seçim sonuçlarının arkasında hep bu insanlar var.

İlk iki maddedeki seçmen buzdan tuğlalar gibi, onlardan parça kopartmak, kararlarını değiştirmek kolay değil. Ama üçüncü maddedeki seçmen, doğru aday ve doğru söylem karşısında oy kararını değiştirebiliyor.

Peki bu insanlar neden Kılıçdaroğlu’na oy vermiyorlar?

MEZHEP O KADAR ÖNEMLİ Mİ?

Türkiye’de mezhebe göre insan seçecek yobazlıkta bir kesim var ama bunlar sandığımızdan çok daha az.

Oy kararını değiştirebilen üçüncü maddedeki seçmen içinse, Kılıçdaroğlu’nun Alevi veya Sünni olması çok önemli değil.

Burada konuştuğumuz “tipik”, “klişe” veya “çekirdek” AKP seçmeni değil. Kılıçdaroğlu’na mezhepten ötürü oy vermeyecek bir seçmen kitlesi varsa da, bu kitlenin büyük oranda korunduğunu ve yine oy vermediğini düşünüyorum. Yani oy vererek veya sandığa gitmeyerek seçim sonuçlarını değiştiren kitle için mezhep konusu sanıldığından çok daha az önemli olmalı.

Birçok seçim kampanyası ve kalitatif araştırma deneyimiyle söyleyebilirim ki, bu tip konular genellikle başarısızlığın nedeni değil, mazeretidir.

“Eğitim seviyem düşük olduğu için ünlü olamıyorum.” Hayır, eğitim seviyesi düşük çok sayıda şöhret var.

“Fiziksel özelliklerim nedeniyle başarısız oldum.” Hayır, senin özelliklerinde başarılı olan birçok kişi var.

“Mezhebim nedeniyle seçimi kazanamadım.” Hayır seçmen çoğu zaman kimin ne mezhepte olduğunu bilmez bile. Bu tip konular ortada açıklanamayan bir başarı veya başarısızlık varsa gerekçe olarak keşfedilir.

Eğitim, görünüm, doğduğun kent, etnik kimlik gibi konuların önemsiz veye etkisiz olduğunu söyleyemem ama her ne örnek verirseniz verin, o konuda bu engelleri aşmış sayısız başarılı örnek bulursunuz.

Kılıçdaroğlu’nun siyasetsiz seçmenin gözünden düşmesi, yürüyen merdivene tersten girdiği ve aday olduğu kentte oy kullanamayacağı ortaya çıktığı 2009’lardan başlıyor. Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinin çoğu, “siyasetsiz seçmen”i iten ve korkutan “hesap soracağız” söylemleri.

Kılıçdaroğlu, 10 yıldan uzun süredir, Erdoğan’la küs. Sine-i millete dönmüyor, seçim sonuçlarını reddetmiyor ama reddetmediği cumhurbaşkanlığı makamını tanımıyor. CHP seçmeni belki bu konuyu çok önemsemiyor ama bu durum “siyasetsiz seçmen”e aynı yankıyı vermiyor.

Erdoğan Kılıçdaroğlu’na “memur” derdi. Bu sözcüğü, “İş bilmez, halden anlamaz, halktan kopuk” anlamında kullanırdı. Tüm bunların üstüne defalarca yenilmiş olmasına rağmen, ısrarla seçimlere girmesi de onun siyasetsiz seçmen gözünde itibarını minimum seviyeye indirmişti.

İNDİRGEMECİLİK ÖZEL’E HAKSIZLIK

Kılıçdaroğlu imajıyla ilgili genel sorunları görmezden gelip sadece mezhep konusunu öne çıkartmanın Özgür Özel’e de haksızlık olduğunu düşünüyorum. İki genel başkan arasında tek fark mezhep ve etnik kökense, Özel doğuştan elde ettiği nitelikler dışında hiçbir şeye sahip değil gibi görünür.

Kim olduğunu iyi bilen sempatik bir insansanız, eğitiminizi, mezhebinizi, dine bakışınızı hatta cinsel yöneliminizi çoğu kimse umursamaz.

Bu seçim Hatay Defne’de Sol Parti adayı olan arkadaşımız Serbay telefonda: “Ateş Abi, radikal sevginin ne olduğunu bu kampanyada daha iyi anladım. Faşist dediğimiz insanlar bile selam verildiğinde alıyor ve evine buyur ediyor” dedi. Böyle bir dünyada, böyle bir ülkede yaşıyoruz. Tatlı dil sanıldığından daha önemli.

Özgür Özel’in, yeni olmak, mahalle çocuğu olmak gibi olumlu nitelikleri var. Üstelik “fiş kesmesini biliyor” ve “maaş ödemiş…” Eczacılık, esnaflıkla “okumuşluk” arasındaki çizginin tam ortasında yer alan ilginç bir meslek.

Bir de “Özgür Özel sevgi dilini kullandı” diyenler var. Kılıçdaroğlu da kullandı. Söze gelince Kılıçdaroğlu da her zaman bütünleştirici oldu. Söylem konusunda Özel ve Kılıçdaroğlu’nun farkı burada değil.

Özel, Genel Başkan olduktan sonra “Beşli çete, hepsini yargılayacağız” vs söylemleri neredeyse hiç kullanmadı. Erdoğan’a odaklanmadı. Ben bu satırları yazarken Özgür Özel, “Cumhurbaşkanının bayramını tebrik edeceğim” dedi. Kişiye saygı duymayabilirsin ama reddetmediğin makamı görmezden gelme lüksün yok. Kılıçdaroğlu ile Özel’in siyasetsiz seçmen gözünde farkı bu sularda.

86 Dünya Kupası’nda Maradona İngiltere’ye eliyle gol attı. Tüm dünyanın gördüğü açık penaltıyı hakemler görmedi. Sonra bu gol “Tanrı’nın eli ile atılan gol” olarak tarihe geçti. Kılıçdaroğlu bir kez başarsa Selim Türkhan’lar her şeyi unutup onu baştacı edebilirdi. “Tanrı’nın eli” Kemal Bey’e hiç dokunmadı. Hep doğruyu konuşan bir insanın bu eğri çağda şansı bu kadardı belki de.

AKP’nin sinsi stratejisi, Kılıçdaroğlu ile Özel’i karşı karşıya getirmeye çabalamak oldu. Neyse ki ne Kılıçdaroğlu, ne de Özel böyle tuzaklara düşmedi.

Ayrıca Özel, Kılıçdaroğlu’nun her zaman yaptığı gibi (danışman arkadaşları kırmamak için) bir konuşmada kırk konuya da girmedi. Her yerde hep aynı cümleleri kurdu, söylemi dağıtmadı. Bir siyasal kitabımda epigraf yapacak kadar önemsediğim “Et-tekrârü ahsen velev kâne yüz seksen’’ tekerlemesini aklından hiç çıkarmadı.

Böyle olunca, Türkiye genelindeki Selim Türkhan’ların bir kısmı CHP adaylarına oy verme kararı ve bir kısmı da sandığa gitmeme kararı aldı.

Yarın: “İmamoğlu CB, Konya CHP”

CHP neden kazandı, AKP neden kaybetti-3

Ateş İlyas BAŞSOY

BirGün Gazetesi, 11.04.2024

https://www.birgun.net/makale/imamoglu-cb-konya-chp-521106#google_vignette

 

 

28 Mayıs sonuçları Türkiye genelinde o kadar şaşırttı ki, İstanbul’da inanılmaz bir başarı gösteren İmamoğlu’nun “başarılı yönetici” algısı oransal olarak azaldı. Rakibe 12 puan fark atılmasına, İstanbul’da ilçe sayısı 12’den 26’ya yükselmiş olmasına rağmen, Üsküdar, Etimesgut ve Adıyaman sonuçları İmamoğlu’ndan daha fazla konuşuldu.

2019’da sadece İstanbul seçimi yinelenmiş, İmamoğlu büyük bir haksızlığa uğramış ve ikinci seçim tüm Türkiye’nin meselesi haline gelmişti…

Bir ay önce biri “İstanbul’da ilçe sayısı 26’ya çıkacak, İmamoğlu 12 puan fark atacak ama buna rağmen ilgi odağı olamayacak” dese buna inanmazdık ama tam da böyle oldu. Ve ülke genelindeki bu duruma İmamoğlu’nun da sevindiğini düşünüyorum.

Peki İmamoğlu’nun başarısı İstanbul seçimi ile mi sınırlı? Diğer illere hiç etkisi olmadı mı? Ulusal başarıyı İmamoğlu’nu görmezden gelerek okumak mümkün mü?

İMAMOĞLU NEDEN TÜRKİYE’Yİ GEZİYOR?

Beş yıl boyunca İmamoğlu ne zaman yurtiçi geziye çıksa, yandaş medya ona buradan saldırdı: Neden Türkiye’yi geziyorsun?

Oysa bu sorunun yanıtı çok basit: İmamoğlu tüm Türkiye’yi geziyor çünkü İstanbul tüm Türkiye’den göç alıyor. İstanbul’da göçmen kentlerin yüzbinlerce üyeli dernekleri var. Bu derneklerin başkanları İmamoğlu’na geliyor ve “Başkan bizim şehre garaj gerek, bize otobüs gerek, cenazelerimiz için uçak gerek” diye hiç durmadan talepte bulunuyorlar. İstanbul’da sana oy verecek 300 bin seçmeni olan bir kente gitmemek, o şehre destek olmamak mümkün mü?

İmamoğlu beş yıl boyunca mükemmel belediyecilik yaparak sadece İstanbul halkına değil, o halkın büyük kısmının hâlâ aşkla bağlı olduğu “memleketlerine” de hizmet etti. Hizmet gören bu kentlerdeki seçmenler, biraz da İmamoğlu nedeniyle kendi bölgelerindeki adaylara oy verdiler…

İmamoğlu sadece İstanbul’daki başarısıyla dolaylı olarak değil, göç veren Anadolu kentlerine kucak açarak direkt etkiyle de Türkiye geneli seçimlerde etkili oldu.

Bir arkadaş sosyal medyadan “2028 için ne düşünüyorsun?” diye sordu. “İmamoğlu CB, Konya CHP” dedim.

‘MANSUR BABA’

Mansur Yavaş bir video çekip, küçük bir Anadolu ilçesine selam yolladı diye, orada seçimi kazanan CHP adayları var. İmamoğlu da Yavaş da göç alan kentlerdeki bu tanıma uyan seçmene kol kanat gerdikleri için, hem kentlerinde rekor oy aldılar hem de Türkiye’deki oyları yükselttiler.

Devlet gaddarlaştıkça ve devletin başındakiler halkın yoksulluğuyla empati yapmayı bıraktıkça “devlet baba” kavramını unuttuk. Ama Ankara’dan bir adam “Mansur Baba” olarak yükselişe geçti. Devletin uzatmadığı yardım elini Mansur Yavaş’tan gören halk, ona sımsıkı sarıldı. Türkiye’nin büyük çoğunluğu için Mansur Yavaş bir belediye başkanından öte; dürüstlük, tutarlılık ve olumlu anlamıyla “devlet” gibi birçok kavramın vücut bulmuş hali.

İlk gün yazdığım bir cümleyi tekrarlayayım: Akşener masadan kalktıktan sonra Kılıçdaroğlu yine de 48 gibi bir oy alabildiyse, bunda da İmamoğlu ve Yavaş’ın kefaletinin önemli payı var.

VAHAP SEÇER, HERKESİ GEÇER

Bu seçimin bir sürprizi de Mersin’di. Mersin 8 partiden vekil çıkartabilen, ülkedeki belki en kozmopolit kent. Üstüne deprem mağdurları ve Suriyeli göçmenlerin de yoğun olduğu bir kent.

Vahap Seçer bu kadar zıt grupların bir arada durduğu aşırı göç alan bir kentte %59,5 ol alarak %60,1 alan Ankara’dan sonra ikinci yüksek oyu alan belediye oldu… Daha ilginci, 2019’a göre oyunu 15 puan artırarak, tüm büyükşehirler içerisinde oyunu en fazla artıran başkan oldu. Bunu nasıl başardı sorusuna yanıt verdiği videolar saatler sürüyor. Halk hizmet edeni seçti, hizmet edenin gayreti sadece o kentte değil, her yerde duyuldu.

Mersin seçimi bize ilginç bir veri daha sağlıyor: Mersin’in %60 oy alacağı daha yaz aylarından belliydi. Ulusal gündem Mersin seçmenine hiçbir etki yapmadı. Vahap Seçer seçimi %90’lara yaklaşan memnuniyet ve %60’da sabitlenmiş rekor oyla kazandı.

Medyanın ilgisi doğal olarak her zaman İstanbul ve Ankara üzerinde. Ama Mersin’deki bu rekor başarı, bakışları haklı olarak Seçer’e çevirdi.

ADANA GİBİ BAŞKAN

“Enkaz edebiyatı” yapılacaksa, 2019’da Adana için yapılabilirdi. Adana, sadece geçmiş dönemden değil, uzun yıllardan beri nüfusa göre geliri en düşük, nüfusa göre borcu en yüksek büyükşehirlerin başında geliyordu. Karalar, 2019’da mazbatasını aldığında makam odasına bile icra gelmişti.

2019’da geliri 1, borcu 4 lira olan Adana’da bugün 16 kat değişmiş bir tablo var: Artık borç 1, gelir 4 lira. Adana’nın bir başka sorunu kırsal kesimin yer yer Ortaçağ şartlarında yolsuz, susuz yaşıyor olmasıydı. Karalar onca borca ve sıfır devlet desteğine rağmen, bunca fakirin gönlüne girmiş ki, güçlü rakiplerine karşı galip geldi. Adana çok sert bir yer ve Zeydan Karalar’a inanılmaz kötülükler yapıldı. Bu bir avuç kötü insan, “Zeydan’a sımsıkı sarılan” bir kent karşısında ezildi. Karalar böyle çalıştıkça Adana il sınırı içinde kimse saçının teline dokunamaz, çünkü onun arkasında bir kent var.

Vahap Seçer de Zeydan Karalar da “mühendis başkanlar…” Her ikisi de kendi mizaçları ve kentlerinin taleplerine göre mühendis gibi çalıştılar. Tıpkı Mersin gibi Adana’da da seçim başarısı çok önceden belliydi ve ülke geneli hava ne yönde eserse essin, yaklaşık bu sonuçların alınacağı biliniyordu. İmamoğlu ve Yavaş gibi, Seçer ve Karalar da sınavlara değil, derslere günü gününe çalışan öğrencilerin eminliğiyle kampanya yürüttüler.

KİBİR SEVMEYEN KENT

Antalya, Adana ve Mersin’den daha kalabalık bir kent olmasına ve 2009’da AKP’ye ilk yenilgiyi tattırıp ulusal gündemin başına geçmesine rağmen, bu seçim ülke geneli seçimlere düşük etkisi oldu. Muhittin Böcek ulusal medyada çok az göründü, modern iletişim tekniklerini neredeyse hiç önemsemedi. Buna rağmen kaybedeceğini iddia edenleri şaşırttı ve kaybetmek bir yana, Antalya’nın neredeyse bütün ilçeleri CHP’ye geçti.

Yıllar önce bir Antalya Belediye Başkanı, purosunu yakması için yaverini işaret parmağıyla gel gel yaparak çağırmış. Bu olay hala hatırlanıyor… Gel de Daniel Kahneman’ın irrasyonel kararlar teorisine hak verme. Antalya’nın her seçim başkan değiştirmesinin nedenlerini araştırırken, hep aynı yanıtı alırdık: “Çünkü Başkan çok kibirliydi…” Kibir sözcüğüne bu kadar takıntılı bir başka kent bilmiyorum.

Bu seçim ne zaman Antalya’dan bahsetsem, sosyal medyadan birileri şikayetlerini dile getirdi. Kent merkezlerindeki CHP’li seçmeni memnun etmek çok zor. Öte yandan sosyal medyada sesleri çıkmasa da kırsal kesim insanlarının da eşit oy hakkı var. İyi ki çobanların ve profesörlerin oyları eşit. Mersin’de ve Adana’da olduğu gibi kıpkırmızıya boyanan Antalya haritası gösterdi ki, Antalya bu mütevazı halk çocuğunu çok seviyor.

DEPREM

Hiçbir ses yankısız kalmaz, sadece bazen geç duyarız. İstanbul, Ankara, Antalya, Adana, Mersin ve diğer CHP’li kentlerin deprem bölgelerindeki varlıkları, o kentlerde yaşayan insanların belki de hayatlarında ilk kez CHP ile tanışmasını sağladı. Bazı şaşırtıcı seçim sonuçlarında, bu bölge insanlarına yapılan desteğin de payı olması gerekir.

KÖFTE

Seçimin son haftaları ortamın ısındığı, buz gibi katı algıların eridiği ve seçmen kararlarının değişebildiği dönemler. İşte tam bu dönemde AKP’nin Ankara adayı hesapsız servetiyle, İstanbul adayı ise hesapsız sözleriyle seçmeni incitti. Murat Kurum’un köftecilerle ilgili ettiği söz İstanbul seçimine 3-4 puan eklemiş olabilir. Ama günümüzde iletişimin sınırı yok. Bu tepeden bakma ve aşağılama karşısında; Kayseri’den Konya’ya, Erzurum’dan Malatya’ya her yerde serbest meslek sahibi insanlar incindi. Murat Kurum’un densizliği AKP’ye ülke çapında zarar verdi. Bu tip bir potu, Erdoğan 20 yıl boyunca kırmamışken, Kurum’un iki ayda çözülmesi, AKP’nin neden bir geleceğinin olmadığını da gösteriyor.

KOPYA ADAY

Balıkesir kampanya boyunca İstanbul ve Ankara’dan sonra ulusal gündemi en çok meşgul eden kentlerden biriydi. İyi Parti’nin bu şehirdeki vefasızlığı, cin fikirli rakibin Ahmet Akın’la aynı isimde bir kopya aday çıkartması ve son haftalarda mevcut AKP’li belediye başkanının esnaf ve iş dünyasını mafyatik cümlelerle tehdit etmesi, Türkiye geneli ulusal medyada sürekli konuşuldu. Günümüzde hiçbir şey bulunduğu yerde kalmıyor, kontrast olaylar anında Türkiye’ye mal oluyor. Balıkesir süreci ülke çapında CHP’ye yarar, AKP’ye zarar getirdi. Murat Kurum’un “köfte” gafından sonra, Balıkesir AKP’nin boğazına takılan bir piyaz oldu.

Erdal Beşikçioğlu’nun Etimesgut adaylığı sadece Etimesgut’un alınmasına değil, ülke genelinde seçmenin yumuşamasına ve AKP / MHP’nin sürekli gerdiği seçim ortamlarından sonra, “gülüş cümbüş” bir seçim yaşamamıza yol açtı.

ŞEHİR GURURU

Afyon merkez CHP adayı Burcu Köksal’ın DEM seçmeniyle ilgili sözleri İmamoğlu’ndan haklı biçimde en sert yanıtı aldı. Öte yandan paradoksal biçimde bu sert tepki nedeniyle Köksal’ın oyu da arttı ve “bir başka kent belediye başkanı”nın kendi adaylarına ezici konuşması, Afyon seçmeninde mikro milliyetçiliği yükseltti. Benzer biçimde “kurultay sarhoşu” bazı vekillerin bulundukları illerin sevilen başkanlarının önüne geçme çabaları, o kentlerdeki seçmenlerin de belediye başkanlarının yanında birlik olmasına yol açtı. Şehirlerin de gururu var ve en küçük bir şehir bile ne Ankara’nın ne de İstanbul’un tepeden konuşmasına tahammül etmiyor.

‘MICRO INFLUENCER’LAR

Ülke geneli olmasa da varlıklarıyla bölgelerinde seçim sürecine etki yaratan çok fazla aday ve olay da oldu. Kadın ve genç adaylardaki artış, geçen seçimdeki kadın başkanların örnek olması, Denizli merkezdeki başarılı kadın başkan Şeniz Doğan’ın büyükşehir seçimine de etki etmesi, İstanbul’da İmamoğlu’nun yanı sıra hemen tüm ilçe adaylarının bağımsız ve güçlü kampanyalar yapması, İmamoğlu’nun siyasete girmesinde bile payı olan Hasan Akgün’ün bu seçim de Trakya İK Müdürü gibi doğru aday araması, Kazım Kurt’un aklımda kalan çivili reklamı, Bursa’da Mustafa Bozbey’in merakla beklenen rövanşı ve özellikle Mudanya ve Osmangazi’deki kampanya süreçleri, Giresun’da AKP’li bir ilçe başkanının seçmenlere “Allahsızlar!” diye seslenmesi, 2019’un en genç başkanı Ulaş Tepe’nin el büyütüp Ordu Merkez’de kampanya yürütmesi, Artvin’de son hafta “Sevda kuşun kanadında” şarkısının duyulması gibi yüzlerce konu, seçim başarısına seçim bölgelerinden taşan bir olumlu katkı sağladı. CHP’de AKP’nin aksine “emir eri” sinik adaylar yok, bu nedenle her il ve ilçede kendine güvenen, yaratıcı, yenilikçi ve kapsayıcı dil CHP’den geldi.

CHP neden kazandı, AKP neden kaybetti-4

Ateş İlyas BAŞSOY

BirGün Gazetesi, 12.04.2024

https://www.birgun.net/makale/bir-yildiz-dogdu-521249

 

Seçim gecesi Özgür Özel o kadar güzel bir konuşma yaptı ki, sosyal medyada onun fotoğrafını paylaşıp altına “Bir yıldız doğdu” diye yazdım. Bana göre Özgür Özel o gece lider oldu.

Yerel seçimde, ikiyüzlü ihale tüccarlarının otuz yıldır devam eden pişkin sırıtışları midelerine oturdu. Aslında beş yıl önce, İstanbul, Ankara, Antalya, Adana ve Mersin nedeniyle 31 Mart 2019 gecesi de çok sevinmiştik ama oylar sayıldı, itiraz edildi, evler basıldı, mazbata verildi, geri alındı derken bu sevinci bir türlü doyasıya yaşayamamıştık.

Bu sefer hem tarihi farklarla seçim kazanıldı hem de beklenmedik, hayal bile edilmeyen başarılar elde edildi. 31 Mart’taki bu zaferi görünce, 10 ay evvel de bu mutluluğu yaşayabileceğimizi ve boşu boşuna 5 yıl kaybetmeyeceğimizi düşünüp biraz kahrolduk sadece.

Çekişmeli kurultay fikri Özgür Özel’e ait değildi. Birinin bu sürece dur demesi gerekiyordu, bu riski Özel aldı. Son ana kadar bir hata yapılacak, karşıya malzeme verilecek diye endişelendim ama bu kez kimse hata yapmadı.

Özgür Özel kampanya boyunca “radikal sevgi”nin kurallarına harfiyen uyudu. Zaten kitaplarımı çıkar çıkmaz okuyup yorum yazan ilk CHP’li yöneticiydi, tıpkı CHP MYK’sında bu stratejiyi anlatırken gür sesle beni destekleyen tek kişi olması gibi.

Öte yandan kurultaydan sonraki süreçte omlet için gerekmediği kadar çok yumurta kırıldı. Genel başarı nedeniyle bu konuyu es geçiyoruz ama seçmen birçok yerde rahatsızlığını gösterdi. Bence bu konular kapatılmamalı ve gerekli dersler çıkarılıp onarımlar yapılmalı.

SÜREÇ YÖNETİMİNDEKİ BAZI HATALAR 

Özgür Özel, CHP’nin en tecrübeli isimlerinden. Sözlerini basının nasıl alıntılayacağını en iyi bilen kişilerden biri. Buna rağmen kurultay sonrası hem beyan hem kararlarıyla, bence bir dizi hata yaptı. Aşağıda sadece kişisel gözlemlerimi değil, bir kısım CHP seçmeninde hâlâ karşılığı olan ve sonuçlarını olumsuz anlamda sandıkta da gördüğümüz örnekleri vereceğim.

Önce “İstanbul, Ankara’dan eminim, diğer kentleri araştıracağım” dedi. Bu söz “diğer kentler”in yerel medyasında, özellikle yandaş medyalarda “Özgür Özel bizim kentin başkanından memnun değil” diye çıktı. Beş günde bitmesi gereken araştırma, iki ayda bitmedi ve bu süreç oradaki başkanları yıprattı. Sonuçta seçimin en iyi sonuçlarını Mersin ve Adana aldı, seçimi kaybedecek denilen Böcek Antalya’da iki kez art arda seçim kazanan başkan oldu.

Hatay’da o kadar git gel yapıldı ki, bu genel bir yönetim zaafı olarak görüldü. Hatay’da hiçbir başkan tekrar aday gösterilmemeliydi. Bu onların iyiliği veya kötülüğü ile ilgili değil, oradaki olağanüstü travmatik durumla ilgili. Büyükerşen’in Ayşe Hanım’ı aday işaret etmesi gibi, Lütfü Bey de genç ve güvenilir bir kişiyi önerebilirdi.

Beşiktaş belediye başkanı kalırken, Kadıköy belediye başkanı neden gitti mesela? Kadıköy gittiyse, Beşiktaş niye kaldı? Avcılar’daki değişim için mantıklı bir gerekçe söylendi de ben mi kaçırdım?

CHP’nin en başarılı ilçe belediye başkanı Alper Taşdelen (Faruk Bildirici “Kanıtla!” demesin diye, “En başarılılarından biri” diyeyim. Bu kadarını son on yılın seçim ve katılım sonuçlarına veya İNGEV benzeri açık raporlara bakarak kendisi de görebilir.) neden aday gösterilmedi? Daha iki dönem başkanlık yapmış, yaşlı desen değil, liyakatsiz desen yapılan işler ve CV’si ortada, sadakatsiz desen parti neferi… O halde neden?

Tunç Soyer hakkında Ertuğrul Özkök de katıldığım bir sonuç çıkartmış, “Madem bu kadar iş yaptın niye anlatamadın?” Son beş yılda ne zaman İzmir’e gitsem tutarsız ve odaksız belediye tanıtımları gördüm. Her tasarıma kırk kişinin karıştığı, ilanlara bakınca anlaşılıyordu. Son beş yılda İstanbul’dan İzmir’e mehter marşıyla giden reklamcı orduları, üç ay sonra İzmir Marşı ile geri döndüler. Sessiz çoğunluğu değil, talepkârr azınlığı tatmin etme çabasına girişmiş iletişim dili Soyer’i yıprattı. Öte yandan İzmir için şunu da sormak gerek: Kendini anlatmanın esas zamanı kampanya günleri değil midir? Soyer tekrar aday olsaydı, “CHP’nin kalesi” bu oyu alır mıydı?

Kale deyince, Çanakkale hukuken büyükşehir değil ama tarihsel anlamda ülkemizin en büyük şehirlerinden biri. Biraz da bu nedenle 2019’da Çanakkale kampanyasına özel önem vermiştim ve Ülgür Başkan, iller bazında en yüksek oyu almıştı… Şimdi aynı Çanakkale, CHP’nin en düşük oyla kazandığı il oldu. Türkiye çapında sınıfta kalan İyi Parti, Çanakkale’de coştu ve bu bana pazarlamanın, “ikincinin performansı birinciyle ilgidir” sözünü anımsattı.

İzmir ve Çanakkale’de seçmen sandığa yansıyan somut bir kırgınlık yaşadı. Çanakkale’de örneğin, bana sorarsanız bir kadın başkan olmasını dilerdim. Ama kadın başkanı bırakın, Çanakkale gibi bir kentte, kadın aday adayı bile çıkmadı. Öte yandan illaki erkek aday olacaksa, Muharrem Erkek muhtemelen en doğru adaydı. Muharrem Erkek, Ankara’nın dar sokaklarının nereye gittiğini çok iyi biliyor. Her tür yağmacının iştahla parça kopartmaya çalıştığı Çanakkale için en etkili mücadeleyi verecek kişi olabilir. Sürecin defacto yönetilmesi sadece onun kabahati değil. Umarım bundan sonra mütevazı ve katılımcı davranarak gönülleri alır. Erkek’in Ankara tecrübesi Çanakkale’ye çok faydalı olacaktır.

Cemil Tugay da bence Tunç Soyer gibi süreç mağduru. Annem kimseye kefil olma derdi ama Tugay için bu kuralı bozabilirim. Tugay’ın soldan bakan ve ortalama bir belediye başkanına pek benzemeyen bir tarzı var. Bunu birkaç yıl içinde tüm İzmirliler anlayacak. İzmir’in karnı hamasete tok, Tugay ile İzmir’in tekrar yenilikçi, öncü ve genç bir kent olacağına inanıyorum. Elbette bir yankı odasına kapanıp gerçeklikle bağını kopartmaması şartıyla.

BUNDAN SONRA NE OLMALI?

“CHP’nin mutlaka bir Belediyecilik Okulu olmalı ve bu okulun başına Yılmaz Büyükerşen gelmeli” demiştim. Galiba böyle bir girişim başlayacak. Başarısı kanıtlı tüm başkanlar bu okulda, sistemli biçimde genç başkanlarla bir araya gelmeli.

Zaferin ilk adımı Gökhan Günaydın döneminde atıldı, onu Seyit Torun izledi. Veriye dayalı aday seçim sistemi, başta İmamoğlu olmak üzere eski kafayla asla aday gösterilmeyecek isimlerin önünü açtı. 2019 ve 2024 başarının arkasında bu sistem var… Ne yazık ki her iki seçimde de yer yer nepotizm ve tutarsızlıklar oldu. Umarım 2028’de %100 veriye dayalı aday belirleme gerçekleşir.

Okul varsa karne de olmalı. 420 belediye için karne sistemi gelmeli. Her belediyenin gençler, kadınlar, emekliler, engelliler, esnaf vb. farklı vatandaş profillerine hizmet performansları çan eğrisi ile derecelendirilmeli. Veriler karşılaştırmalı olmalı, bu nedenle düzenli ölçüm yapılmalı. Bu pahalı işin bedeli, mutlaka Genel Merkez tarafından ödenmeli, asla hiçbir belediye “hâmi” olmamalı. SODEM gibi oluşumlar esas bu işi yapmalı.

Özgür Özel kampanya boyunca sahiplendiği, gülümseyen, sevgi dolu “abi, arkadaş, kardeş” imajını korumalı. Adaylığı boyunca ne zorluklar çekmiş ne haksızlara tanık olmuştur. Japonların dediği gibi, “Ne unutmalı ne de kin tutmalı.” Söylediklerini uygulamaya geçirdikçe ona veya CHP’ye temkinle bakan insanlar yumuşayacak ve CHP uzun yıllar tek başına iktidar olabilecek.

İmamoğlu ülkenin çoğunluğu tarafından bugünden Türkiye Cumhurbaşkanı. Yarın erken seçim olsa, İmamoğlu açık farkla o koltuğa oturacak. Bunu Erdoğan da biliyor, dünya da.

AKP Türk siyasetine heyecan verici bir tek yeni yüz çıkartamazken, CHP onlarca yeni isim yarattı. Erdoğan “Önemli olan sadakattir” diyerek ancak Murat Kurum gibi tipler üretebildi. Işıltılı dev bir kadro hareketi olarak doğan AKP, dünyayı ıskalamış öfkeli bir ihtiyar ve onun meyvesini yemekten başka hiçbir planı olmayan dalkavuklar kumpanyasına dönüştü… Bu kıssada büyük bir hisse var: “Sadece ilkelere sadık olunur, insanlara değil. Çünkü beşer şaşar.” Özgür Özel bu konuda umarım Erdoğan’ı örnek almaz.

Kılıçdaroğlu buzları eritmeye yıllarını verdi, o bunca yol aşmış olmasa kimse iki adımda böyle bir başarıya ulaşamazdı. Herkes Kılıçdaroğlu’na borçlu ama Kılıçdaroğlu da hepimize bir özeleştiri borçlu.

SİYASAL İSLAM’IN ERTELENMİŞ ÇÖKÜŞÜ 

Kitlelerin bilgi edinme, sorma ve sorgulama haklarını ustaca ve utanmazca gasp edip, bunun üzerinden yükselme gayreti diye özetleyebileceğimiz ‘Siyasal İslam’ tüm dünyada çoktan beri gözden düşmüştü. Türkiye’de bu süreç muhalefetten kaynaklı hatalar ve şanssızlıklar nedeniyle gereğinden fazla uzadı.

Çocukluğum Bursa’nın bir kenar mahallesinde geçti. O zaman İslam hayatımızın içinde ve tam olması gerektiği yerdeydi: Kalbimizde ve camimizde.

Tutarlılık, tolerans ve hak arayışı gibi kavramlar üzerinden yükselen İslam’ı, biz “devrimci çocuklar” bile çok sevmiştik. Zamanla kentler göç edenleri değiştiremez ölçüde büyüdü ve köylüler kentli olacağına, kentler dev köyler haline geldi. Yeni gelen örgütsüz ve vasıfsız yoksulları din, mezhep, hemşericilik gibi doğuştan gelen aidiyetlerle bir araya getirmek her anlamda kazançlı bir işkoluna dönüştü.

Siyasal İslamcılar her şeyi değiştirdiler ama akıp giden zamanı değiştiremediler. Yasakladıkları “evrim” sosyal bir gerçeklik olarak karşılarına dikildi. Yoksulluk görmemiş çocukları, anne ve babalarının abartılı mağduriyet hikayelerine inanmayıp, çelişkilerini yüzlerine vurdu. Türkiye 30 yıl süren, hala da bitmemiş uzun bir eğitimden, görünen o ki başarıyla mezun olmak üzere.

Umarım gelecekte İslam dini de bu fırsatçı tüccarların elinden büsbütün kurtulacak ve onu sahiplenen milyonlarca sessiz insanın adalet tartısı olarak yaşamaya devam edecek.