Covid’in yarattığı yoksulluk_ Yazı Dizisini Hazırlayan: Uğur Şahin_ BirGün Gazetesi, 02 Şubat 2022

Covid’in yarattığı yoksulluk
Yazı Dizisini Hazırlayan: Uğur Şahin
BirGün Gazetesi, 02 Şubat 2022
https://www.birgun.net/haber/covid-in-yarattigi-yoksulluk-375590
HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN
Başlarken…
Çin’in dünyaya yeni bir koronavirüs keşfettiğini duyurmasının üzerinden geçen iki yıl, toplumsal yaşam üzerinde ciddi izler bıraktı, bırakmaya da devam ediyor. Bugüne dek 379 milyon 259 binin üzerinde insanın yakalandığı salgın hastalık nedeniyle 5 milyon 693 bini aşkın kişi yaşamını yitirdi. Neoliberal ekonomilerin tahribatı altında karşılaşılan salgın, krizlerle boğuşan halkları her geçen gün daha da çıkmaza sokuyor.
Hâlihazırda var olan eşitsizlikleri tırmandıran pandemi, ‘birileri’ için pek de mühim değildi. Öyle ki bu dönemde dünyanın en zengin 10 insanı, toplam varlıklarını toplamda 1,5 trilyon dolara çıkarırken, yaklaşık 160 milyon kişi yoksulluğa sürüklendi. Covid-19 krizi şüphesiz hepimizi etkiledi. “Bu salgın ne zaman bitecek” sorusunu defalarca sarf ettik. Bu yazı dizisinde İrlanda, İtalya, Almanya, Portekiz, Kanada ve Türkiye’de Covid-19 sürecinde yaşananlara mercek tuttuk. Altı ülkeden akademisyenler, salgının derinleştirdiği yoksulluktan uzaktan çalışma modeline, kentlerin durumundan konut krizine bir dizi soruyu yanıtladı.
Covid’in yarattığı yoksulluk
Sefalet salgını
Matthew Donoghue
Yazı Dizisini Hazırlayan: Uğur Şahin
BirGün Gazetesi, 02 Şubat 2022
https://www.birgun.net/haber/sefalet-salgini-375591
HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN
Dr. Matthew Donoghue
İrlanda’dan Sosyal Politika Uzmanı
İrlanda yakın zaman önce Covid-19 tedbirlerini kaldıran ülkelerden biri. Ülkede artık maske takmak ve insan yoğunluğunun fazla olduğu etkinliklere girmek için aşı şartı ya da PCR testi belgesi bulundurmak zorunlu değil. Bu kararın gerekçesi ise ‘Omicron varyantı dalgası’nın atlatılması.
John Hopkins Üniversitesi’nin verilerine göre, 4,9 milyon kişinin yaşadığı ülkede bugüne dek 1 milyon 183 bini aşkın insan koronavirüse yakalandı. Son 28 günde toplam 357 bin yeni vaka tespit edildi, 224 kişi yaşamını yitirdi. Koronavirüs kaynaklı ölüm sayısı ise toplamda 6 binin üzerinde.
Nüfusunun yüzde 78’i ‘tam aşılanmış’ olan İrlanda, Covid-19 günlerinde aldığı kararlarla bir dönem ‘örnek ülke’ olmasıyla hafızalarda. Zira alınan önlemler sayesinde Avrupa’da en düşük Covid-19 vaka sayılarından birine sahipti bu ülke. Ta ki hükümetin önlemleri gevşetme kararını almasına dek. 14 Ocak 2021 tarihinde İrlanda, nüfusuna oranla en çok vakanın görüldüğü ülke olmuştu. Nereden bakılsa ders niteliğindeydi yaşananlar. Bu zaman zarfında ülkenin sağlık sistemi de tartışmaya açıldı. Öyle ki OECD22 grubu içindeki ortalamadan daha düşük yoğun bakım yatağına sahiplerdi. 100 bin kişiye 5 yoğun bakım yatağı düşüyordu bu ülkede.
‘EŞİTSİZLİK ÖLDÜRÜR’
Kuşkusuz tüm bunlara ek olarak İrlanda’da da salgın, eşitsizliği daha da belirginleştirdi.
Dublin Üniversitesi Akademisi’nde Sosyal Politika Öğretim Üyesi olan Dr. Matthew Donoghue göre, İrlanda, dünyadaki en yüksek aşılama oranına sahip ülkelerden biri ancak vaka sayılarında son dönemde bir artış söz konusu. Dr. Donoghue, hastaneye kaldırılan, yoğun bakıma yatırılan ve yaşamını yitirenlerin çoğunun aşısız olduğuna vurgu yapıyor.
Bu nedenle konu elbette ‘aşı eşitsizliği’ne geliyor. İrlandalı Sosyal Politika Uzmanı’nın bahsettiği aşıdaki adaletsizliğin boyutu korkunç durumda. Bunu Londra merkezli yardım kuruluşu Oxfam’ın “Eşitsizlik Öldürür” başlıklı raporu da gözler önüne serdi. Rapora göre, hâlihazırda üç milyardan fazla insanın Covid-19’a karşı iki kez aşılanmasına karşın düşük gelirli ülkelerdeki insanların yalnızca yaklaşık yüzde 9’u ancak bir doz aşılanabildi. Salgın ikinci yılını geride bıraksa da aşılardaki adaletsiz dağıtım sorunu hâlâ giderilemedi. Patent koruması da askıya alınmadı. 1982’de varlıklı ülkelerde piyasaya sürülen fakat 2000’e gelindiğinde bile dünyanın en yoksul ülkelerinden sadece yüzde 10’unun erişebildiği Hepatit B aşısı hatırlandığında yaşananlara hiç şaşırılmaması gerek.
Dr. Donoghue, aşı eşitsizliğini iki nedene bağlıyor: “İlki, devletlerin kendi vatandaşlarının sağlıklarına odaklanması. Aynı zamanda devlete bir statü sağlama meselesi… ABD’de Trump yönetimi sonrası ve İngiltere’de son yıllarda görülen milliyetçiliğin yükselişi düşünüldüğünde bu dürtü özellikle geçerli. İkinci sebep ise küresel politik ekonomidir; ticari kuruluşlar, devletler gibi, kendi çıkarlarını korumaya çalışıyor. Çünkü patentlerin açıklanması farmakoloji firmalarının kârlarına zarar verecektir.” Oxfam’a benzer bir diğer raporu Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) hazırladı. Rapora göre dünya genelinde 4 milyarı aşkın insan sosyal korumadan yoksun durumda. BM’ye bağlı örgüt, salgın yüzünden dünya çapında 100 milyondan fazla çalışanın yoksulluğa sürüklendiği görüşünde.
DİBE DOĞRU YARIŞ
Dr. Donoghue, “Bu iki yılda dünyada sosyal refah sistemleri açısından ‘dibe doğru yarış’a tanıklık ettik” ifadesini kullanıyor: “İlk olarak, daha gelişmiş refah sistemleri olan ülkelerin nüfuslarını en iyi şekilde koruyabildiklerini biliyoruz. İkinci olarak pandemi devletlerin cömert refah sistemlerine güç yetiremediği ve bütçe artıklarını işletmeleri gerektiği şeklindeki ideolojik anlatıyı gözler önüne serdi. Devletler konu ekonomiyi kurtarma olunca para bulabiliyorlar. Birçok ülkenin maliye bakanı, şartlar izin verir vermez ‘mali kısıtlamaya dönüş’ün sinyalini vermiş durumda. 2008 sonrası finansal neoliberalizmin sonunun geldiği şeklinde anlatı vardı. Aksine neoliberalizm daha da kök saldı. Bu anlatının yeniden tutunmasına izin vermemeliyiz.”
İrlanda, Avrupa ülkelerinde brüt asgari ücretin en yüksek olduğu ikinci ülke (Bin 775 avro). Türkiye ise brüt asgari ücrette 25 ülke içinde 24’üncü sırada. Ücret farklı olsa da pandemi sonrası iki ülkede de yoksulluk riski altında olanların sayısı katlandı. Dr. Donoghue de salgınla birlikte hem İngiltere’de hem de İrlanda’da yoksulluğun şiddetlendiğini söylüyor.
Akademisyen, “Covid-19, bu refah sistemlerinin yetersiz olduğunu gün yüzüne çıkardı” diyor ve ekliyor: “Sadece çalışmak yeterli güvence sağlamıyor. Pek çok aile, sefalet ve yoksulluktan sadece bir maaş çeki uzakta. En çok Covid-19 riski altında olanların sadece belli yaş grupları ve tıbbi arka plandan ibaret olmadığını, aynı zamanda yoksul ve belli etnik kesimlerin en riskli grupları oluşturduğunu gördük. İngiltere’de yapılan bir araştırmada, etnik azınlıkların Covid-19 açısından en riskli grup olduğu görüldü. Bu gruplar ‘evde kalmaya’ güç yetiremeyen düşük ücretli emekçilerden oluşuyor.”
Peki salgından çıkarılacak dersler ne? Dr. Donoghue’nin cevabı net: “Salgın olumlu değişiklikler yapmak üzere kullanılabilir. Ancak bunun için siyasi irade olmalı. Aşağıdan doğru üretilen taleplere ihtiyacımız var. Bu, bir pandeminin ortasında kolay bir şey değil. Ancak bir gün pandemi sonlanacak ve bizler daha iyi bir dünya için mücadele etmeye ve örgütlenmeye hazırlıklı olmalıyız.”
***
Koronavirüs ev ve iş yaşamını flulaştırdı
Pandemi, tüm dünyada çalışma sistemlerini de değiştirdi. Bu süreçte çoğu şirket, ofis yerine ‘hibrit’ ve ‘uzaktan çalışma’ modeline geçti. Salgın hastalık sadece çalışma modelini değil, sektörleri de etkiledi. Örneğin yeme-içme, perakendecilik ve hemşirelik en çok etkilenen alanlardan. Dr. Donoghue’ye göre, evden çalışmanın etkisi sektöre, işe, hatta aile içindeki farklı mesleklere bağlı olarak bile farklılık gösteriyor. İrlandalı akademisyen, “Orta gelir grupları için evden konforlu bir şekilde çalışmak daha kolay. Bazılarının ise böyle bir seçeneği yok” diyor ve ekliyor: “Yine de bir fırsat veya lüks olarak sunulsa da evden çalışmak, beraberinde bazı maliyetleri getiriyor. Ev ve iş yaşamının flulaşması büyük bir problem. Belki de Fransa’daki ‘internete bağlanmama hakkı’ gibi açık bir yasal mevzuat gerektirecek (Fransa’da çalışanların mesai saatleri dışında iş e-postalarına bakmak zorunda olmamasını sağlayan yasayı kast ediyor). Dr. Donoghue, “Evde çalışma modeli, çalışanların bir aradalığı ve sendikalı olmasını ortadan kaldırması açısından önemli bir problem” ifadesini kullanıyor ancak “yeni yollar”ın bulunması gerektiğini de söylüyor: “Yaygın bir şekilde emeği örgütleyebilmek için en etkili yolların ne olduğunu kavrayabilmek için ilham almamız gereken şeyler var. Eski stratejileri, örgütlenme ve yoldaşlık biçimlerini unutmadan, yeni dayanışma formları bulmamız gerekecek.”
***
Yoksullara konut da yok
Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, dünya genelinde barınma krizi yaşanıyor. Bundan özellikle yoksullar etkileniyor. Almanya’nın başkenti Berlin’de, binlerce konutun kamulaştırılmasına dair yapılan referandum akıllarda. Peki ya İrlanda’da durum ne ve salgının bu süreçte etkisi ne oldu? Şöyle yanıtlıyor, Dr. Donoghue: “İrlanda’da derin bir konut krizi var. Konut piyasası el yakıyor. Dublin’de iki odalık bir ev için ortalama kira aylık bin 600 avroyu aşıyor. Bu da pek çok insanın ev satın almak için teminat biriktirmenin imkânsız olduğu anlamına geliyor. Bu, geleneksel olarak ev mülkiyetine dayalı bir toplum olan İrlanda gibi bir ülkede önemli bir problem. Pek çok protesto ve eylem düzenlendi ancak hükümet konut ihtiyacı olanları değil de ev sahipleri ve müteahhitleri desteklemeyle daha ilgili. Sosyal konut sistemi yetersiz. Devlet gerekli sayıda ev yapmadığı gibi boş mülkiyetleri de ıslah etmiyor. Bu durum ev fiyatlarını suni olarak yükseltiyor. Emlak balonu patlaması riski de göz ardı edilemez.”
Covid’in yarattığı yoksulluk
Fatura yine savunmasıza
David Benassi
Yazı Dizisini Hazırlayan: Uğur Şahin
BirGün Gazetesi, 02 Şubat 2022
https://www.birgun.net/haber/fatura-yine-savunmasiza-375592
İtalya Milano Bicocca Üniversitesi’nden Profesör David Benassi: Fakir ülkelerin eskisinden daha da fakirleşmesi muhtemel. Dolayısıyla fatura savunmasız insanlara yansıdı.
HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN
Profesör David Benassi
İtalya Milano Bicocca Üniversitesi
Pandemiden en çok etkilenen ülkelerin başında gelen İtalya, salgın yönetiminde “tarihe geçmiş” bir ülke… Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ)’ye göre, Fransa’dan sonra en verimli sağlık sistemine sahip ülkede, pandeminin başlarında hastanelerde yatacak yer kalmamış, morglar dolmuş, cenazeler de askeri araçlarla taşınır hale gelmişti. Neoliberal tasarruf politikalarıyla birlikte kapitalist sağlık sisteminin neden olduğu çöküşe tüm dünya tanık olmuştu.
Ülkede bugüne dek 10 milyon 925 bini aşkın insan koronavirüse yakalandı, 146 binin üzerinde kişi hayatını kaybetti. Salgınla geçen iki yılda İtalya’da yaşananlardan çıkarılacak önemli dersler var.
Fakat İtalya için tek sorun bunlar değil. Almanya ve Fransa’dan sonra AB’nin üçüncü büyük ekonomisi olsa da ülkede yoksulluk oranı olağanüstü artmış durumda. Ülke nüfusunun yüzde 9,9’una denk gelen 5,6 milyon kişi “mutlak yoksulluk sınırı” altında yaşıyor.
İtalya Milano Bicocca Üniversitesi’nden Prof. Dr. David Benassi, yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal politikalar çalışan bir akademisyen. BirGün’ün sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Benassi, “Fakir ülkelerin eskisinden daha fakir olması muhtemel” diyor.
Ülkenizdeki son duruma ilişkin gözlemleriniz neler?
Nüfusun büyük kısmının aşılanması ve halka açık yerlere girmek için zorunlu bir yeşil kart edinilmesinin yürürlüğe konulmasıyla birlikte, virüsün yayılımı sınırlandırıldı. Birkaç kentte aşı karşıtı grupların neden olduğu bazı sıkıntılar yaşanıyor.
İLO’nun raporuna göre, şu anda 4,1 milyar insan sosyal koruma sistemlerinden hiçbir gelir güvencesi elde edemiyor. Bu tablonun nedeni için neler söylenebilir?
Bu insanlık tarihinin resmidir! Fakir ülkelerin en sonunda eskisinden daha fakir olması ve zengin ülkelerin nüfuslarını korumak için aşıların ve diğer kaynakların varlığı sayesinde bu ekonomik durgunluktan daha hızlı kurtulmaları muhtemel. Zengin ülkelerin sınırlı kaynaklara sahip tüm ülkelerin ihtiyaç duyduğu aşıların büyük bölümünü kendileri için stokladığı da bir gerçek.
Pandemiyle birlikte İtalya’da yoksulluk daha da şiddetlendi mi?
İtalya’da yoksulluk da artmış durumda. Resmi istatistiklere göre, 2020 yılında, 2019’dakine göre artık yaklaşık 1 milyon daha fazla yoksul insan hayat mücadelesi veriyor (2019’da 4,6 milyonken bu sayı 2020’de 5,6 milyona ulaşmıştır). Artış daha da büyük ölçeklerde olabilirdi; ancak 2019’da çok düşük gelirli aileleri hedefleyen yeni bir yardımın tanıtılmasının telafi edici bir etkisi de oldu (Vatandaşlık Ödeneği). AB üyesi olmayan ülkelerin vatandaşları, Vatandaşlık Ödeneği’ne sınırlı erişimleri olduğu için, salgından daha fazla etkilenmiş durumda. Son olarak, tarihte ilk kez yoksulluk kuzeyde (geleneksel olarak İtalya’nın daha zengin kısmı) güneye göre daha fazla arttı. Dolayısıyla, bu durum faturanın savunmasız insanların cebine yansıdığı anlamına geliyor.
Salgınının ilk günden bugüne, yoksullar özelinde ortaya çıkardığı en net fotoğraf sizce ne?
Salgının, yaşam süreci boyunca giderek daha fazla insanı etkileyen genel bir güvensizlikle karakterize edilen toplum modelimizin yapısal zayıflığını ortaya çıkardığını düşünüyorum. Robert Castel’in “aidiyetini koparma” dediği şey budur. Salgından asıl etkilenen elbette yoksullardır, ancak toplumsal bağların, iş piyasasının ve refah devletinin korumasının zayıflaması hepimizi ilgilendiren bir durum.
Peki, pandemide uzaktan çalışma yaygınlaştı. Fakat bu “mesai” kavramını ortadan kaldırdı. Nasıl değerlendirirsiniz?
Bunun hem olumlu hem de olumsuz etkileri var. Uzaktan çalışma biçimi devlet tarafından düzenlenmeli. Bu modelin risklerinden biri de işçilerin bireyselleşmesini ve sendikalardan kopuşuna sebep olabilmesi. Sendikalar işçileri örgütlemek için yeni yollar bulmak zorunda.
Son olarak dünya genelinde yoksullar için bir barınma krizi yaşandığı ortada. Ülkenizde konut sorunu yaşanıyor mu?
Ev fiyatlarının çok yüksek olduğu bazı büyük şehirlerde konut sorunu yaşanıyor. Bazıları mortgage sisteminden kaynaklı sorunlar yaşasa da ailelerin yüzde 80’i kendi evinde oturuyor; konut sorunu İtalya’da öncelikli bir sorun değil. Kiralık ev piyasasının sınırlı olması, büyük şehirlerdeki göçmenleri de etkiliyor. Pandeminin konut sorununu çok ağırlaştırdığını düşünmüyorum. 30-40 yıldır gerçek bir sosyal konut politikamız yok.
Covid’in yarattığı yoksulluk
Korona girdabı
Prof. Dr. Roger Keil
York Üniversitesi’nden Kent Bilimci
Yazı Dizisini Hazırlayan: Uğur Şahin
BirGün Gazetesi, 03 Şubat 2022
https://www.birgun.net/haber/korona-girdabi-375744
York Üniversitesi’nden Prof. Dr. Keil’e göre, pandemiyle birlikte Kanada’daki evsiz sayısında artış var. Aşevlerinin kullanımı da benzeri görülmemiş seviyede. Keil, “Çok fazla insanın ekonomik olarak acı çektiği bir gerçek” diyor.
HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN
“Süpermarketler salgının ilk haftalarında çalışanlarına saat başına 2 dolar ücret avansı uyguladılar. Fakat ilk fırsatta bu uygulamayı sonlandırdılar. Pandemi avansları gitti, yerine CEO’lara verilen milyon dolarlık primler geçti.”
Koronavirüs sürecinde daha da görünür hale gelen eşitsizliği özetleyen bu satırlar Kanada’daki Toronto Star gazetesinden.
Covid-19 salgını nedeniyle, beklenen ortalama yaşam süresinin altı aydan fazla kısaldığı ülkede, bugüne dek 3 milyon 66 bini aşkın vaka tespit edildi. Koronavirüse yakalanan 34 binin üzerinde kişi hayatını kaybetti.
Aşı stoklayan ülkelerin başında gelen Kanada, korona krizinden nasibini alan ülkelerden. Angus Reid Enstitüsü’nün en az 3 milyon 260 bin kişinin yoksulluk içinde yaşadığı ülkede yaptığı araştırmanın sonuçları çarpıcı. Araştırmaya katılanların yüzde 39’u, ekonomik olarak geçen yıla göre daha kötü durumda olduklarını belirtti. Yüzde 57’si ise ailelerini beslemekte zorlandıklarını söyledi. Bu sonuç, 2019’da yapılan ankette yüzde 36’ydı. Bir diğer sorun ise evsizlik… Ülke genelinde toplam 235 bin civarında olduğu sanılan evsizlerin sayısının, aslında daha fazla olduğu da açığa çıktı.
York Üniversitesi’nden Kent Bilimci Prof. Dr. Roger Keil, koronavirüs günlerinde Kanada’da yaşananlara ilişkin BirGün’ün sorularını yanıtladı.
Kanada, koronavirüse karşı nasıl bir sınav veriyor?
Ülkedeki durum ne?
Genel olarak Kanada’da ve özellikle yaşadığım Toronto bölgesinde aşılanma oranları yüksek. Yine de, Omicron varyantı güvenimizi sarstı. Maske kullanımı genel bir uygulama… Kanada’da kışların uzun olması ve varyantın ülke çapında hâlihazırda pek çok zarara yol açmış olması endişe verici.
Pandemiyle birlikte yoksulluk arttı mı?
Pandemi nedeniyle çok daha fazla insanın ekonomik olarak acı çektiği açık bir gerçek. Şehirlerimizde yaşayan evsizlerin oranında belirgin bir artış var. Aşevlerinin kullanımı da benzeri görülmemiş seviyelerde.
Peki, ilk günden bugüne, Covid-19’un yoksullar özelindeki etkisi için ne söylenebilir?
Pandemi sona yaklaşırken yoksulların iki tür zorlukla karşı karşıya olduklarını düşünüyorum. İlk olarak, Covid-19 başlamadan önce bulundukları ekonomik seviyelere tekrar kavuşmak isteyecekler. Birçok yoksul ve ekonomik açıdan zayıf olan hane, acil durum programlarının devre dışı bırakılmasıyla ve fazla kazanç getiren işler bulamamasıyla birlikte tüm rezervlerini tüketti. Bu, insanların başlarının üzerindeki çatıyı kaybetmemeleri veya ekonominin toparlanmaya başladığı şu günlerde başa çıkmaları gereken başka büyük sıkıntılarla karşılaşmamaları için ele alınması gereken acil bir konu. İkincisi, pandemi krizinin bu noktada tam olarak anlayamadığımız uzun vadeli sonuçları da oldu. Konut krizinin daha da alevlenmesi, değişken işgücü piyasalarındaki kesintiler, kesintiye uğrayan eğitim süreçleri, hanelerin ve toplulukların geri dönüşlerinin çok daha zor olacağı koşullar yaratabilecek sonuçlara da yol açacak. Buna ek olarak Kanada’da barınma sorunu olduğu bir gerçek. Bu sorun giderek daha da kötüleşiyor.
Dünya nüfusunun yüzde 53’ü sosyal koruma sistemlerinden faydalanamıyor. Sizce bunun nedeni ne?
Bu utanç verici bir durum. Salgının başlangıcında, güvencesiz, düşük ücretli işçiler, temel işgücünün bir parçası olarak alkışlanıyordu. Bu yaklaşımda artık gerileme yaşandığını görüyoruz. Ancak, bu durumun toplumun güvencesiz çalışma hakkında artık doğrudan konuşmasının, bu sektörlerdeki insanları sadece üniformalı hizmet robotları olarak değil, gerçek insanlar olarak görmesine zemin hazırladığı da sevindirici başka bir sonuç. Gelecekte sosyal güvencenin, asgari ücret seviyelerinin. değiştirilmesinin temeli de bu sayede olacak. Çıkan cin bir daha şişesine geri dönmeyecek.
Salgında iki yıl geride kaldı ancak hâlâ yoksul ülkeler aşıya erişimde sorunlar yaşıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana göre üç çeşit sebep var: Birincisi ve en önemlisi, ilaç şirketleri ve bulundukları ulus devletlerin özel sektördeki girişimci ruhu öldürmemek için patentleri paylaşmaktan kaçınmaları. İkinci sebep, Kanada gibi devletlerin nüfusları için büyük miktarlarda aşı biriktirirken, aşıya ihtiyacı olan ülkelere, özellikle sahra altı Afrika’ya yeniden dağıtmakta tereddüt etmesi. Üçüncü neden de, hükümetlerin ve Dünya Sağlık Örgütü’nün izlenecek yolun ne olduğu konusunda geniş jeopolitik düzlem bağlamında yaşadığı çatışmalar. Pandemi tarafından vurgulanan küresel adaletsizliğin en görünür yegane sembolü olan aşı eşitsizliği hüküm sürdüğü için bu ciddi ve sinir bozucu bir mesele. Afrika ülkelerdeki düşük aşılanma oranları, aynı zamanda Kuzey Yarım Küre ve Batı ülkeleri için de büyük endişe kaynağı olan yeni ve potansiyel olarak daha zararlı varyantların ortaya çıkması ve yayılması ihtimaliyle birlikte aşı rezervlerini kendilerine saklama tavırlarından da kaynaklanıyor.
Pandemide yaygınlaşan, hatta yer yer kalıcı hale gelen uzaktan çalışma modeline bakış açınız ne?
Bir sosyoloğa hem iş bağlamında hem de işdışı yaşama dair sorulabilecek en güzel sorulardan birisi budur. Şehirlerde toplu taşıma açısından nelerin değiştiğini araştırıyorum. İnsanların yaşamın her alanında toplu taşımayla hareket halinde olma eğilimi gösterdiği birçok Avrupa şehrinin aksine Kuzey Amerika toplu taşıma sistemleri, işgücünün yaklaşık yüzde 40’ı evde kaldığında ciddi şekilde zarar gördü. Kentsel bağlamda bakıldığında, kamusal yaşamı özelden ayıranın ne olduğu sorusu aslında uzaktan çalışmayla test edilmiş, ancak aynı zamanda daha bütünsel yaşam biçimleri hakkında düşünmek adına yeni yollar da açmıştır. İstatistiksel olarak, pandemi sırasında kadınlar, erkeklerden daha yüksek oranda iş kaybı yaşarken, evde kalmak ve her gün aileleriyle yüzleşmek zorunda kalan birçok erkek, geleneksel ailelerde genellikle kadınlara yük olan bakım işlerinde iyi bir eğitim sürecinden geçmiş oldu. Belki de uzaktan çalışma gerçeğini bir şans olarak da görmemiz gerekiyor. Ancak barındırdığı tuzaklar ve fırsatlar açısından yeniden değerlendirilmesi gerekiyor.
Ve tabii evden çalışma modeli bir aradalığı ortadan kaldırdığı için sendikaları etkiledi. Bunu nasıl yorumlarsınız?
Evet, ama sendikal hareketi zayıflatan tek yabancılaştırıcı etki uzaktan çalışma düzeni değil. Gücünü tabandan alan bir sendikacılığın gerekliliğine ben de inanıyorum ama hepimizin bir ofiste veya bir kongrede omuz omuza çalıştığımız, mücadele ettiğimiz zamanlar çok eskilerde kaldı. Neoliberal reformlar süreci, teknolojik değişim ve işgücü sosyolojisindeki değişimler, işyerinde paylaşılan deneyime dayalı eski dayanışma bağlarını zaten zayıflatmış durumda. Uzaktan çalışma, devenin belini kıran saman olabilir ama rahatsızlığın kaynağı esasında bu değil. Ayrıca, herkes gibi sendikal hareket de, işçilerin yeni ve yenilikçi yollarla bağlantı kurmasına, birlikte plan yapmasına ve birlikte hareket etmesine olanak tanıyan sosyal medyanın ortaya çıkması nedeniyle yeni tür anlamlı bağlantılardan yararlanıyor. Ben bu gelişmelere pembe gözlükle bakmıyorum ama yine de bu noktalardan da bahsedilmesi gerekiyor.
***
Covid-19 ile şehirlerin kıymetini daha iyi anladık
Salgın, kentlerimiz ve kentsel mekanlarımızın geleceği için bir fırsata dönüştürülebilir mi? Önümüzdeki yakın ve uzun dönem süreçler için kentlerimizi nasıl bir sürdürülebilir ilişki içinde tasarlayabiliriz?
Bunun mümkün olabileceğine inanıyorum. Pandeminin ‘demokratik anının’ şehirlerimizde çok olumlu yapısal değişikliklere yol açacağından bir kez daha umutluydum. Bu salgında ortaya çıkan sosyal eşitsizlikler konusuna gözlerimiz sonuna kadar açık olduğu için, bir dereceye kadar bu hâlâ oluyor da olabilir. Şimdilik, dünya çapında gördüğümüz bisiklete binme ve yürümedeki artış, kamusal alanların insanlar tarafından yoğun biçimde kullanımı (parklar, göl kıyıları vb.), kaldırımların restoranlar vb. için teraslara dönüştürülmesiyle her yerde araba kullanımına ilişkin oluşmuş basınç durumu gibi tipik kentleri iyileştirici davranış biçimlerini de sürdürmeliyiz. Şehirlerimizin kıymetini artık fark etmiş olabiliriz. Belki komşularımızı da artık daha iyi tanıyoruz. Belki iklim krizinin tahrip ettiği çevre üzerinde daha az olumsuz etkisi olan başka seçeneklerimiz olduğunda araba kullanmayı da iki kez düşünüyoruz. Şehirlerimiz üretim yerlerinden tüketim yerlerine yeniden tasarlanırken de yapılacak çok iş var. Bunu net bir şekilde görmemizi sağlayan da bir virüs oldu.
Covid’in yarattığı yoksulluk
Aşıdaki eşitsizlik artık giderilmeli
Markus Promberger,
Friedrich Alexander Nürnberg Erlangen Üniversitesi’nden Sosyoloji Profesörü
Yazı Dizisini Hazırlayan: Uğur Şahin
BirGün Gazetesi, 03 Şubat 2022
https://www.birgun.net/haber/asidaki-esitsizlik-artik-giderilmeli-375749
HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN
Almanya’da ilk korona vakasının tespit edilmesinin üzerinden iki yıl geçti. Ülkede bugüne dek 10 milyon 25 bin kişi Covid-19’a yakalandı, 118 bin insan ise salgın nedeniyle yaşamını yitirdi. ‘Omicron varyantı’ kaynaklı vakalarda hemen her gün rekor kırılan ülkede ‘tam aşılanmış’ nüfus yüzde 74,05.
Salgının bu ülkede de etkilemediği bir kesim var: Zenginler! Oxfam’ın verilerine göre Almanya’da en zengin on kişi, salgının başlangıcından bu yana servetlerini 144 milyardan, 256 milyar dolara çıkardı. Bu, yüzde 78’lik bir artış anlamına geliyor. Sadece söz konusu bu kâr bile ülkedeki en yoksul yüzde 40’lık kesimin yani 33 milyon kişinin toplam servetine denk. Üstelik pandemide Almanya’daki yoksulluk oranı yüzde 16,1 ile zirveye ulaştı. Hans Böckler Vakfı’na bağlı Ekonomik ve Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün araştırmasına göre ise ülkede tam gün çalışanların yaklaşık yüzde 19’u yoksulluk içinde yaşıyor.
Friedrich Alexander Nürnberg Erlangen Üniversitesi’nden Sosyoloji Profesörü Markus Promberger, son iki yılda toplumsal ve ekonomik yaşamı derinden etkileyen koronavirüs pandemisini değerlendirdi. Yoksulluk ve sosyal politika alanında çalışan akademisyen, aynı zamanda Alman Federal Çalışma ve Sosyal İşler Bakanlığı’na da danışmanlık yapıyor. Prof. Dr. Promberger’in BirGün’ün sorularına verdiği yanıtlar ana başlıklarıyla şöyle:
ÜSTESİNDEN GELİNEMEDİ
2021 yazında tutarlı bir politika oluşturulmakta başarısız olundu. 2021’in Aralık ayının başlarında, daha önce görülmemiş enfeksiyon oranları görüldü ve nüfusun yüzde 70’i bile aşılanmamıştı. Çoğunlukla aşısızlar yoğun bakım ünitelerini doldurdu. Bilim insanlarından gelen uyarılara rağmen, siyasetçiler yeni virüs varyantlarının ortaya çıkışını ve bağışıklığın hızla düşüşünü dikkate almadı. Şimdiye kadar Almanya, koronavirüs dalgasının üstesinden gelemedi ve hâlâ sadece salgına tepki vermeye çalışıyor. Eğer Covid-19 krizinin kurbanlarını sorarsanız: Çoğunlukla yaşlı ve eşlik eden hastalığı olan hastalar ancak şimdilerde daha çok aşılanmamış kesimler… Sosyoekonomik açıdan ise 2020’de olduğu gibi, bakım görevlileri ve yüksek risk maruziyetli güvencesiz emekçiler…
ÇIKAR İÇİN KULLANDILAR
Aşılar sadece küresel bir meta değil, aşı üretme bilgisi de mülkiyeti kısmen küresel firmaların kısmen de ulusal işletmelerin elinde bulundurduğu bir tür sermaye. Ve meta ile sermayenin tarihsel olarak gelişmiş güç farklılıklarıyla birlikte eşitsiz bir şekilde dağıldığını bilmek için Marksist olmaya gerek yok. Ayrıca aşı eşitsizliği jeopolitik açıdan yüksek düzeyde araçsallaştırıldı. Batı, aşıları sadece ABD’nin kontrolü altında değil, aynı zamanda Pfizer gibi Avrupalı küresel ortakların kontrolü altındayken Rusya Sputnik’i, Çin Sinovac’ı küresel politikada kendi ulusal çıkarları için kullanıyor. Çoğu Avrupa ortaklı aşı üreticisi, fikri mülkiyeti elinde tutarak ihtiyacı olan ülkelere ucuz üretim lisansı vermeyi teklif etti ancak bunun yetersiz olduğu aşikâr. Zengin ülkeler aşı dağıtımını tıbbi ihtiyaçlara göre yapmalı; jeopolitik çıkarlara göre değil.
GÜVENCESİZ KESİMLER
Refah politikaları zengin ve yoksul ülkeler arasında farklılık gösteriyor. Örneğin, ABD zengin bir ülke ancak refah sistemlerinin kapsamı İskandinavya kadar geniş değil. Kaynakların dağılımında adalete değil, güç ilişkilerine bakılmasının doğurduğu tarihsel eşitsizlikler var.
YOKSULLUKTA ARTIŞ
Almanya’da yoksullukta hafif bir artış var, yani 2020 ve 2021’de temel gelir desteği sistemine girişlerde artış varken, sistemden çıkış daha az yaşanıyor. Almanya’da emek piyasası sayısal olarak oldukça stabil olmasına rağmen, dinamikler azaldı. Şirketler istihdamı bariz bir şekilde azaltıyor, genişleme azalıyor ve işten çıkan emekçilerin yerine yenisi gelmiyor. Bu da şu anlama geliyor; daha az iş olanağı ortaya çıkıyor, işsizlerin kısa vadede yeni iş bulması ihtimali azalıyor, böylelikle işsiz sayısı artıyor. Bu da belli bir sürenin ardından temel gelir desteği sistemine giren insan sayısına ekleniyor. Ancak Almanya bu açıdan çok daha kötü zamanlar gördü, şimdiye kadar dramatik bir gelişme söz konusu değil.
EVDEN ÇALIŞMA SORUNLARI
Fabrika işçileri veya hizmet üreten emekçilerin evden çalışma imkânı yok. Bazı firmalar emekçilerle birlikte ‘mesai sonrası telefon ve görüntülü toplantı konulmaması’ gibi iyi kurallar geliştirirken bazıları bunu yapmıyor. Bence bu açık bir mesele; şirketler, sendikalar işgücü temsilcileri ve yetkili makamlar birlikte iyi uygulamalar geliştirerek bunları desteklemeli. Evden çalışan emekçiler, genellikle sendikaya çok az eğilimi olan beyaz yakalı emekçiler. Genellikle onların örgütlenmesi, ofiste çalışırlarken bile zordu. Ve artan şekilde bireyci olan veya kolektif olmayan yaşam biçimi, koronavirüsten çok öncesinden beri sendikalaşma için iyi koşullar sağlamıyor. Şirketler bunu çıkar olarak da algılanıyor. Gelecek yıllarda çeşitli karma modeller ve heterojen gelişmelerle karşılaşacağız.
DAHA FAZLA HASTANE ŞART
Salgın bize Almanya’nın iyi durumda olmayan şehir kenarlarında ve kırsal bölgelerde daha fazla tıbbi tesise ihtiyacı olduğunu söylüyor. Mahrum kalmış bölgelerde sağlık servislerindeki doktorlar, iyi durumda olan yerlerdekinden çok daha fazla hastaya bakmak zorunda. Şehirlerimizde kesinlikle daha fazla yeşil alana ihtiyaç var.
***
Konuttaki kriz ciddi boyutta
Almanya’daki konut krizine de değinen Prof. Dr. Markus Promberger, Berlin’de düzenlenen ‘konutlar kamulaştırılsın’ referandumdan ‘evet’ oyu çıktığını hatırlatarak, şunları söyledi: “Ciddi bir konut problemi var, çoğunlukla metropol bölgelerde düşük ve orta gelir gruplarının makul bir bedelle barınmasına dair sıkıntılar var. Berlin’de sosyal demokratlar, anayasal görülmediğinden, referandumun sonucunu buharlaştıracak yoğun faaliyetler içerisindeler. Şimdilerde, yeni seçilmiş Berlin senatosu; konut krizini, yaygın kamu yatırım programını konut edinme için tampon olarak kullanmaya çalışıyor. Konut krizinin nedeni tek değil. Çare metasızlaştırma olabilir.”
Covid’in yarattığı yoksulluk
Mücade Gerek
Doç. Dr. Luís Capucha
ISCTE Üniversitesi Lizbon Enstitüsü’nün Siyaset Bilimi Bölümü Başkanı
Yazı Dizisini Hazırlayan: Uğur Şahin
BirGün Gazetesi, 04 Şubat 2022
https://www.birgun.net/haber/mucadele-gerek-375921
HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN
Şu ana kadar 2 milyon 745 binin üzerinde insanın koronavirüse yakalandığı Portekiz, kimi zaman “sağlık sistemi çöküyor” haberleriyle gündeme geldi, kimi zaman da “aldığı sıkı önlem”lerle. 20 binin üzerinde kişinin Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdiği ülkedeki durumunu ISCTE Üniversitesi Lizbon Enstitüsü’nün Siyaset Bilimi Bölümü Başkanı olan Doç. Dr. Luís Capucha değerlendirdi. Aynı zamanda Ulusal Eğitim Konseyi Üyesi olan Capucha’nın çalışma alanlarında yoksulluk ve sosyal dışlanma başı çekiyor.Doç. Dr. Capucha, özetle şunları söyledi:
AŞI KARŞITI MESAJLAR ÇÜRÜTÜLDÜ: 2020’nin ilk yarısındaki Covid-19 dalgası ve yılın ortalarındaki sürecin üstesinden gelinmesiyle birlikte, ülkenin pandemiyle mücadeledeki başarısı memnuniyet yaratmıştı. Ancak Portekiz, o yılın sonu ve 2021’in başında günlük vaka sayısı ile Avrupa’nın tümünde en çok etkilenen ülke durumuna gelmişti. Aşılamaya riayet güçlü ve aşı karşıtı mesajlar karşılık bulmadı. Bu söylemler medya tarafından çürütüldü. Bu da Portekiz’i aşılanmış nüfus açısından dünyada en iyi performans gösteren ülkelerin arasına yerleştirdi. Salgına karşı toplumun tüm kesimlerini harekete geçirme mantığı işlemeye devam ediyor.
BÜYÜK EŞİTSİZLİK VAR: Dünyada sadece çok zenginler ve yoksullar arasında değil, aynı zamanda çok zenginler ve orta gelir sahiplerinin arasındaki eşitsizlikler de genişledi. Bu eşitsizlikler gelir değişkeniyle sınırlı şekilde algılanır, ancak bunun çok daha ötesinde. Şöyle ki; sağlığa, gıdaya ve suya erişimde de, iş için gerekli nitelik ve beceriler açısından da özgürlük ve demokrasi açısından da eşitsizlikler söz konusu. Tüm bunlara ek olarak hastalık riskini önleme noktasında da eşitsizlikler hayatımıza damga vuruyor.
YOKSULLAR ERİŞEMEDİ: Yoksul bölgelerin nüfuslarını etkileyen diğer hastalıklarla karşılaştırıldığında tüm dünyayı daha yoğun etkileyen Covid-19’a yönelik aşı üretimi ve bilimsel araştırma eşitsizliğindeki gibi, aşılara erişimdeki eşitsizlik, diğer hastalıklar açısından da bir gerçeklikti. Sadece Covid-19 durumu bu eşitsizlikleri açık bir şekilde ortaya çıkardı: Gelişmiş dünyada üçüncü doz aşılama başladığında, BM Genel Sekreteri’nin de duyurduğu gibi, en yoksul ülkelerde nüfusun çoğunluğuna ilk doz dahi uygulanmamıştı. Bu eşitsizliklerin sebepleri iki başlıkla ele alınabilir: İlki, bölgelerinde üretilen aşılara daha erken ulaşan ve bu aşıları almaya parası olan zengin ülkelerin bencilliğiyle ilgili. İkinci sebep ise altyapının olmadığı en yoksul ülkelerdeki kurumların güçsüzlüğüyle ilişkili.
DEVLET ÖNLEDİ: Portekiz’de yoksulluk yıllardır yavaş ancak sürdürülebilir bir hızda azalıyor. Pandemi sırasında bu hız sürdü ve yoksulluk stabil kaldı. Bu; devletin ailelerin gelirini desteklemek adına sağladığı kaynaklar sayesinde.
ÇOCUKLAR CEZALANDIRILDI: Portekiz özelinde pandeminin finansal etkisi büyük oranda hafifletildi ve istihdam korundu. En yoksullar işyerleri uzaktan çalışmaya izni vermemesi ve toplu ulaşımı kullanmaları nedeniyle enfeksiyona daha fazla maruz kaldı. Dezavantajlı bölgelerden çocuklar uzaktan eğitime erişim güçlükleri bakımından eğitim alanında özellikle cezalandırıldı.
YOKSULLAR DAHA SAVUNMASIZ: Uzaktan çalışma yaygınlaştı. Yoksullar daha savunmasız durumdalar. Sağlık ve sosyal hizmet çalışanları da işlerinin doğaları gereği aynı şekilde uzaktan çalışamayan gruplar arasında. Kanunen yasak olmasına rağmen çalışanlarına video denetim sistemi uygulamak isteyen bir dizi çokuluslu şirket dışında bu model sorunsuz işledi.
POLİTİK MÜCADELE GEREK: İş ilişkilerinin bireyselleşmesi ve güvencesizlik uzun zamandır modern örgüt kültürüne işlemiş durumda ve sendikacılık üzerine çok olumsuz etkileri oluyor. Çalışma hukukunda derin değişiklikler için politik mücadeleye ihtiyaç var. Güvencesiz emekçiler için sendikalardan başka sosyal ağlara veya diğer teknolojik araçlara dayalı yeni örgütlenme şekilleri ortaya çıkabilir.
ÜÇ SONUÇ: Pandeminin özellikle üç boyutta geniş kapsamlı sonuçları oldu: Refah devletinin meşruiyetinin güçlenmesi, halkın günlük yaşamında bilimin rolünün artması ve teknolojilerin geleceğimizi şekillendirmesiyle elde edilen görünürlük. Devlet; hem sağlık alanında hem de gelir ve istihdam desteği açısından pandemi sürecindeki tek etkili kaynaktı. Özel sağlık hizmetleri, geri planda kaldı.
Covid’in yarattığı yoksulluk
Yoksulluk Döngüsü Kırılamaz Halde
Prof. Dr. Sencer AYATA
Yazı Dizisini Hazırlayan: Uğur Şahin
BirGün Gazetesi, 04 Şubat 2022
https://www.birgun.net/haber/yoksulluk-dongusu-kirilamaz-bir-halde-375920
HAZIRLAYAN: UĞUR ŞAHİN
Milyonlarca yurttaş yüksek enflasyonun altında ezilirken yoksul ve zengin arasındaki uçurum her geçen gün büyüyor. Kuşkusuz bunda Covid-19’un bıraktığı ağır hasar etkili. Asgari ücret açlık sınırıyla neredeyse eşit. Üstelik ülke gelir eşitsizliğinde Avrupa’da ilk sırada. Siyaset Bilimci, Sosyolog Prof. Dr. Sencer Ayata, BirGün’ün pandemiyle birlikte derinleşen yoksulluğa ilişkin sorularını yanıtladı.
Pandeminin başlangıcından bu yana Türkiye’de yoksulluğun derinleştiği herkesin malumu. Bunun arka planında ne yatıyor?
Yoksulluk seviyesi kriz öncesinde AB ölçütlerine göre yüzde 16-17 dolayındaydı. Salgın, kur krizi ve hiper-enflasyon sonrasında bu oran çok daha yüksek düzeylere ulaştı. Tabii en önemli boyutu gıda yoksulluğu. Türkiye’de en yoksul kesimin beslenmesi büyük ölçüde yağ ve un türevleri ile sınırlı. Yetersiz ve kötü beslenme, özellikle çocuk sağlığına büyük zarar veriyor. Derin yoksulluk uzun dönem işsizlik, çok düşük gelir, kronik hastalıklar, toplumdan soyutlanma ile birlikte görülen bir durum. Aşırı yoksullar kuşkusuz sosyal yardımlardan yararlanıyorlar. Ama yardımlar yoksulluk döngüsünü kırmalarını sağlamıyor.
Türkiye’de ücret artışları milli gelir artışının gerisinde. Sermayeye oranla emeğin milli gelirden aldığı pay azaldı. Vergilendirme ve sosyal yardımlar yapıldıktan sonrada gelir dağılımındaki adaletsizlik sürüyor. Dünya ülkeleri eşitlik sıralamasında Türkiye, altmışlı sıralarda yani alt basamaklarda.
Yoksullukla baş etme stratejileri eskisinden farklı. Örneğin 1980 öncesi… Kent emekçileri kırdan, köyden gıda ihtiyaçlarını karşılama konusunda önemli destek alıyordu. Daha önemlisi gecekondu çok ucuz konut edinme imkânı sağlıyordu. Bugüne göre kırda ve kentte evine yakın yerde çalışan büyük nüfusun ihtiyaçları çok daha azdı. Yani günümüzde olmazsa olmaz diye düşünülen cep telefonu, bazı elektrikli ev aletleri, okul masrafları, ulaşım masrafları ya yoktu ya da çok daha azdı.
Günümüzde bunların önemi çok azaldı. Aile boğazdan, temel ihtiyaçlardan kısıyor. Ama iki temel baş etme stratejisi öne çıkıyor. Birincisi kuşkusuz kurumsal yardımlardan yararlanma. Aileler birden çok yardımı bir araya getirerek bir havuz oluşturma mücadelesi veriyor. Ama çalışan yoksulların bu imkândan yararlanma olasılığı örneğin işsizlere göre çok daha zayıf. Bu durumda diğer strateji önem kazanıyor. Ailede birden çok kişinin işgücü piyasasına sürülmesi… Oysa biliyoruz ki bir kişi bile asgari ücret getiren bir işi bulmakta zorlanıyor. İkinci ya da üçüncü kişi, yaşlı, çocuk, kadın… Hangi iş demeden, ne getiriyor demeden, her işe razı oluyor. Ama günü birlik, ama kısa süreli, ama mevsimlik, ama yarı zamanlı… Ayda üç yüz beş yüz lira bile olsa da amaç çok kanaldan bir havuz oluşturmak… Çoğu vasıfsız, düşük gelirli işlerde çalışan bir yoksul hizmet proletaryası. Türkiye’de yoksulluk nüfusun üçte birine ulaştı. Yani 25 milyon kişiden söz ediyoruz. Çünkü önemli bir kesim yoksulluk eşiğinin üstünde iken pandemi ve kriz sonrasında yoksulluk çizgisinin altında kalmaya başladı.
‘Çalışan yoksullar’dan bahsettiniz. Bunu biraz daha açar mısınız?
Yoksulluk yalnızca işsizleri değil, istihdam edilenleri de etkiliyor. Bir işi olduğu halde, geliri yoksulluk sınırının altında kalanlara ‘çalışan yoksullar’ deniyor. Çalıştığı halde temel ihtiyaçlarını karşılamamakta zorlananlar… Hanede çalışan bir, hatta birden çok kişi olduğu halde, yoksulluk çizgisinin üstüne çıkamayanlar… Asgari ücretin düşük olması nedeniyle Türkiye’de ortanca gelirin yüzde 60’ının altında kalan yoksul nüfusun büyük bölümünü (yüzde 70) çalışan yoksullar oluşturuyor. Bu kesim sendikasızlık, kayıt dışı istihdam, sosyal güvence eksikliği, kötü çalışma koşulları gibi önemli sorunlarla karşı karşıya. Çalışan yoksulların özellikle aleyhine olan durum neoliberal ekonomi politikalarının etkisi altında bölüşümcü politikaların zayıflaması ve sosyal harcamaların kısıtlılığı. Çalışan yoksulluğunu azaltmak için büyümeyi tek başına çözüm olarak düşünmek de doğru değil. İşgücü piyasasının düzenlenmesi, ücretlerin yükseltilmesi, gelir dağılımının düzeltilmesi, sosyal desteklerin artırılması olmadan büyüme kısa süre içerisine çalışan yoksulların sorunlarını çözmez.
Türkiye’nin bir “sosyal devlet” olduğunu düşününce, sizce özel olarak korunması gereken, yoksul yurttaşların talepleri salgın günlerinde ne kadar karşılandı?
Sosyal yardımlar GSYİH’nin yüzde 1-2, merkezi bütçenin yüzde 6’sı dolayında. Türkiye’de tüm sosyal harcamalar GSYİH’nin yüzde 12-13’ü dolayında iken AB ortalaması yüzde 28. Kadının işgücüne düşük oranda katıldığı, asgari ücretin yoksulluk ücreti olduğu, emekli aylıklarının düşük olduğu bir ülkede bu oran çok düşük. Türkiye yalnız sosyal harcamalara değil, eğitime yönelik harcamalar da oransal bakımdan Avrupa ülkelerinin çok gerisinde. İstihdam ve gelir koşulları zaten kötüleşen dar gelirliler devlet aracılığıyla sağlanan bölüşümden de çok düşük pay aldı.
Türkiye’de sosyal devlet zaten güçlü değil. Evet, sosyal yardımlar son yirmi yılda arttı ama yine aynı dönemde kent yoksullarının kırdan sağladığı destek azaldı, gecekondu gibi ucuz konut edinme imkânları pek kalmadı. Yardımlar düzensiz biçimde yapılmakta. Yardım vakıfları birçok yerde iktidarın arka bahçesi haline gelmiş durumda. Üstelik bunlar iktidarın bir lütfu gibi sunuluyor. Yaşlıların, çocukların, engellilerin vesaire ihtiyaçları ne ölçüde karşılanıyor, belli değil. Mevcut yardım sistemi yoksulluğu önlemeye değil, “yoksulluğu yönetmeye” yarıyor. Dünyada neoliberal politikaların devletin sosyal harcamaları üzerine getirdiği kısıtlamaların sorgulandığı bir döneme girdik. Türkiye’nin çocuğu hedef alan, yeni yoksullukla mücadele yöntemlerine başvurması gerekiyor.
Pandemi sürecinde iktidar kanadının yoksulluğu göz ardı eden açıklamalarına defalarca şahit olduk. Bu “gerçekten kopma” halini nasıl açıklıyorsunuz?
AKP’nin köklerinde yatan Milli Görüş Hareketi’ni düşünelim. Kimliğinin bastırıldığını, toplumsal statüsünün zayıflatıldığını, ekonomik bakımdan ise mağdurlaştırıldığını iddia eden bir hareket. Oysa günümüzde baskın ideoloji ve siyasi elit haline geldi, zenginleşti. Bir iktidar eliti olarak bakıldığında yeni zengin kültürünün birçok özelliğini bir arada görmek mümkün. İsraf, şatafat, gösterişçi tüketim… Birlikte yola çıkanların çoğu yükselmiş. Gerçekten AKP kadroları bir grup olarak, toplu biçimde yükseldi. Öncesinde çoğu toplumun yoksul kesimlerinin içinden gelen ya da onlara yakın olanlar bugün çalıştığı, yaşadığı, gezip tozduğu, alışveriş yaptığı yer olarak onlardan fiziki anlamda da kopmuş durumda. AKP, yakın zamanda aldığı toplumsal desteğe bakarak kendisini çok başarılı görüyor. O nedenle hiçbir eleştiriyi duymak istemiyor. Özellikle de yoksulluk.
2021’e dönüp baktığımızda, iktidarın derinleşen krizlere çözüm üretmekten ziyade algı peşinde koştuğu görülüyor. Siz yaratılmak istenen bu “başarı hikâyelerine” toplumun inandığını düşünüyor musunuz?
Çok maaşlı yönetici, yandaş sermayedar, başkan danışmanı profilleri AKP’nin toplumdan kopmasını simgeliyor. AKP’nin kurduğu ekonomik düzen Reagan, Thatcher neoliberalizminin de yozlaşmış bir versiyonu. Ahbap-çavuş kapitalizmi… Kamu kaynaklarını tek elden kollanan bir sermaye sınıfına aktarma. Rant, inşaat odaklı bir yeni zengin sınıf yaratma, ilkel bir kapitalist birikim modeli. İktidar elitlerinin dar çıkarları ülkenin, toplumun çıkarları arasında tam bir uyumsuzluk yaşanıyor. Bu model tükendi; çözüm değil, kriz üretiyor. İktidar ise çözüm getirmek yerine, bu sistemin yarattığı yangınları söndürmeye çalışıyor. Bir yerde söndürürken alevler, bir başka yere sıçrıyor. Kısacası iktidarın Türkiye’nin önemli sorunlarını çözecek şekilde kendini ve iktidarını reforme etme kapasitesi yok.
Peki, korona krizinde toplumun geniş kesimlerince kamuculuğun önemi hatırlandı. Sosyal korumadan muaf bırakılanları düşününce, kamuculuğun öneminin artmasını, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pandemi sürecinde neoliberal politikaların ve piyasa köktenciliğinin yanlışları açıkça görüldü. Kamu hizmetlerinin ve devletin ekonomideki hizmeti çok daha iyi anlaşıldı.
Aşılar özel kuruluşlar tarafından bulundu ama aşıların maliyetini karşılama dahil, gerekli sağlık hizmetlerinin karşılanmasında kamusal politikalar başat rol oynadı. Bunun da ötesinde pandeminin yol açtığı ekonomik ve toplumsal sorunların çözümünde başlıca sorumluluğu devlet ve yerel yönetimler üstlendi. Devletler, artan talepler karşısında sağlık harcamalarını artırmak zorunda kalacak.
Sorunun yoksullarla ilgili kısmına gelince… Kısa yanıt tabii ki sosyal devletin güçlendirilmesi… Bütçede sosyal sosyal koruma harcamalarının payının artırılması… Yoksulluğun yaygın olduğu gelişmekte olan ülkelerde sosyal harcamalar için ayrılan paylarla yoksullukla mücadelenin yetersiz kalması kaçınılmaz. Birçok gelişmekte olan ülkede, Türkiye’de olduğu gibi, sağ otoriter rejimler var. Yoksullukla ve eşitsizlikle mücadele bu ülkelerde görülen koşullar dikkate alınarak daha geniş bir çerçeve içerisinde düşünülmeli. Yoksulluk tek başına değil; eşitsiz bir siyasi, ekonomik ve toplumsal yapının sonucu. Eşitsizlik Türkiye’nin diğer tüm önemli sorunları ile doğrudan bağlantılı. Sorunlar büyük ölçüde son döneme damgasını vuran neoliberal ekonomi politikaları ve otoriterleşme süreçleri ile ilgili. Türkiye’de sosyal yardımlar için ayrılan kaynaklar, kayırmacılıkla elde edilen gelir ve servet transferlerinin gerisinde kalmış durumda. Türkiye’de eşitsizliklerin artmasının temelinde yatan nedenlerden birisi de adaletsiz vergi düzeni. Vergi yükü önemli oranda çalışanların omuzlarında.
Son olarak virüsün yoksulları, işçileri, göçmenleri daha çok vurduğuna dair örneklere defalarca şahit olduk. Bunu nasıl değerlendirmek mümkün?
Küresel eşitsizlik tablosu pandemi süreçlerine en çarpıcı biçimde yansıdı. Pandemiden en olumsuz etkilenenler yoksullar ve kırılganlar oldu. Bu, aşıya ve sağlık hizmetlerine erişime doğrudan yansıdı. Amerika’da varlıklı kesimler yoksullardan daha önce erişti. Yoksullar tedavi olanaklarına ve hastaneye çok daha zor ulaştı. Bu nedenle başta Afrikalı Amerikalılar olmak üzere göçmenler, beyaz yoksullar arasında ölüm oranları çok daha yüksek oranlarda gerçekleşti. Örneğin aşı uygulamasına başlanmasından sonra bir yıl geçmesine rağmen, gelişmiş ülkelerde aşıya erişim halen yoksul ülkelerin üç dört katı. Kaldı ki yoksul ülkelerde pandemiye karşı aşı, tedavi, genel bakım gibi sağlık hizmetlerinin altyapısının mevcut olmadığı ortaya çıktı. Hangi ülkede olursa olsun, yoksullar arasında ölümlerin çok daha yüksek olmasının aynı zamanda bedensel zafiyetlerin ve kronik hastalıkların daha yaygın olmasından kaynaklandığı anlaşıldı. Diğer yandan pandemi sürecinde en çok gelir kaybına uğrayanlar yine yoksullar oldu. Küresel yoksulların bu süreçte uğradığı gelir kaybının yüzde 40 dolayında olduğu belirtiliyor. Gelişmekte olan ülkeler daha fazla borçlandı, hepsinde olmasa da çoğu ekonominin toplanması çok daha zor oluyor. Bu sonuçlar adaletten eğitime, ekonomik durgunluktan iklim değişikliğine, şiddetten moral çöküntüsüne ve pandemide olduğu gibi geçim zorluğundan can güvenliğine eşitsizliğin nasıl dünyanın en temel sorunlarının başında geldiğini açıkça ortaya koymakta.
***
Evden çalışma yalnızlaştırıyor
Salgınla birlikte yaygınlaşan hatta yer yer kalıcı hale gelen uzaktan çalışma modeline bakışınız ne?
Uzaktan çalışmanın artması yönünde bir eğilim pandemi öncesinde de vardı. Ama özellikle kapanmanın yaygınlaştığı ilk bir yılda uzaktan çalışma en yaygın çalışma biçimi haline geldi. Pandemide milyonlar evden çalıştı. Ama düşük vasıflı kesim içinde bu oran çok düşük kaldı. Çalışanlar için bazı avantajlı yanları var. Olumlu tarafından bakıldığında çalışanların kendi zamanlarını daha rahat planlayabildiklerini görüyoruz. Daha bağımsızlar. Daha az masraflı yönleri var. Örneğin ulaşım, çocuk bakımı, giyim masrafları azalıyor. İşyerindeki stres yaratan ortamlardan uzaklaşıyorlar. Zaman kaybı önleniyor. Tedavi gibi iş dışı randevulara daha kolay gidip, gelebiliyorlar. Çocukları okuldan alabiliyorlar. Olumsuz yanlarına gelince iş güvenliği çok daha düşük. Özellikle kriz dönemlerinde işten çıkarmalar yaygınlaşıyor. Krediyle alışveriş yapmaları zor çünkü gelecek garantisi yok. Tabii işyeri çevresinden uzaklaşma işyeri arkadaşlıklarının azalmasına ve bir bakıma soyutlanma, yalnızlaşmaya yol açıyor. Çalışanlar aleyhine gelişen koşulları değiştirmek çok daha zor.Çünkü uzaktan çalışmanın yarattığı en önemli sorunlardan birisi örgütsüzlük. Çalışanlar atomlaştıkça işçi dayanışması zayıflıyor. Hak arama, ses duyurma, çalışanlar lehine düzenlemeleri hayata geçirme güçleşiyor.
***
SINIFSAL EŞİTSİZLİKLER BİR KEZ DAHA ORTAYA ÇIKTI
Dünya genelinde özellikle yoksullar için bir barınma krizi yaşandığı ortada. Peki, pandemi bu konut sorununu büyüttü mü?
Konut sahipliği ve konut kirası öncelikle bir kent sorunu olarak karşımıza çıktı. Kapanmanın yarattığı psikolojik ve toplumsal sorunlar en çok apartman sakinleri arasında hissedildi. Evler, en çok vakit geçirilen yerler haline gelince, ‘nasıl bir konut’ sorusu da önem kazandı. Evden çalışanlar kadar, bütün gün evde oturanlar, kimin nerede, ne yapacağı konusunda ciddi sorunlar yaşadılar. Özellikle çocukların uzaktan eğitimi ve küçük çocukların oyun alanı sorunu gibi… Dışarı çıkmanın mümkün hale geldiği günlerde ortak kamusal alanların bulunması büyük önem kazandı. Açık kamusal alanların yeşil alanların, oyun alanlarının son derece kısıtlı olduğu kentler, pandemi döneminde yaşam koşullarını daha da ağırlaştırıldı. Rant odaklı kentleşme ve sınıfsal eşitsizlikler bir kere daha Türkiye’nin temel sorunlarından birisi olarak karşımıza çıktı.
Yoksulların ve dar gelirlilerin konut sahibi olması geçmişe göre zorlaştı. Konut kredisi ödemeleri güç. Eskiden olduğu gibi ucuz maliyetli gecekondularla bu sorunu çözmeleri pek mümkün değil. Günümüzde kentsel yoksulların da önemli bölümü apartmanlarda yaşamakta. Pandemi döneminde konut fiyatların ve özellikle dar gelirlileri daha da yakından ilgilendiren konut kiralarında çok büyük artışlar oldu. Yoksulların yaşanabilir bir konuta kısıtlı olan erişim olanakları büsbütün kısıtlandı. Yapı kooperatifleri ve gecekondu gibi ucuz konut edinme olanakları, büyük ölçüde geçmişte kaldı. Günümüzde dar gelirliler, kira ve bir zamanlar borçlanarak ev alanlar, kredi borçları altında eziliyor. Bu koşullar altında düşük gelirliler sağlıksız, küçük konutlara hücum ettiler. Ailelerin kalabalıklaştığı görüldü. Çünkü özellikle ebeveynler, bazı durumlarda kardeşlerle konut paylaşma yaygınlaştı. Geçici de olsa geniş aileler çoğaldı. Ucuz konutların küçük çap, sıkışma, rutubet, izolasyon gibi sorunları pandemi sürecinde gündelik yaşamı daha da zorlaştırdı. Kira ve fiyat artışlarını konut arzı yetersizliğine bağlamak doğru değil. Çünkü yaklaşık son yirmi yılda Türkiye’de konut üretimi, hane sayısı artışının dört katı dolayında gerçekleşti. Düşük gelirlilerin ihtiyacı öncelikle ucuz konut. TOKİ’nin ucuz konut stoku yok, var olan lüks konut stoku. İnşaat sektörü iktidar ve rant odaklı. Devlet, konut piyasasında önemli aktör ama piyasa oyuncusu gibi. Yoksulların konut sorunu piyasanın insafına terk edilmiş durumda. Yoksulu hesaba katan konut politikasından söz etmek zor. Dar gelirlilerin ihtiyaçları dikkate alınmıyor. Kısacası bir sosyal konut politikası yok ya da çok etkisiz.