Kapitalizmin ‘Yeşil’ Yalanları: 5 yazı_ Haz. Oğuz Türkyılmaz_ BirGün Gazetesi, 03 Ocak 2022

Kapitalizmin ‘Yeşil’ Yalanları-1
Oğuz Türkyılmaz
BirGün Gazetesi, 03 Ocak 2022
https://www.birgun.net/haber/kapitalizmin-yesil-yalanlari-371581
Hazırlayan: Oğuz Türkyılmaz
Başlarken…
İklim krizinin derinleşmesiyle birlikte ‘enerjide yeni düzen, yeşil enerji, yeşil dönüşüm’ önermeleriyle masum görünmeye çalışan bir kapitalist sistemle karşı karşıyayız. Bu yazı dizisini, TMMOB Makina Mühendisleri Odası tarafından 10-11 Aralık tarihlerinde Ankara’da düzenlenen TMMOB Sanayi Kongresi’nde, benim oturum başkanı ve konuşmacı olduğum, “Kapitalizmin Yeşil Dönüşümü mü?“ başlıklı oturumda sunulmak üzere hazırladığım “Sistemin Kapitalizmi Geliştirmeyi Amaçlayan Yeşil (?) Dönüşüm Programı Yerine, Enerjide Toplum Yararını Gözeten, Kamusal Planlama Temelli Demokratik Dönüşüm” başlıklı bildiriden hareketle hazırladım. Sözü edilen oturumun diğer konuşmacıları olan Prof. Dr. Erinç Yeldan, Prof. Dr. Aykut Çoban, İktisatçı Bengisu Özenç ‘in yanı sıra, kimya mühendisi Nilgün Ercan yazıları ile diziye destek oldular.
Dizide;
Kapitalizmin yeşil dönüşüm programının amaçları nedir, açmazları nelerdir?
‘Yeşil Mutakabat’, ‘Yeşil Enerji’, ‘Adil Dönüşüm’ gibi süslü söylemler neyin üstünü örtüyor?
Yeşil dönüşüm kapitalizme yeni faaliyet ve kazanç alanları açma projesi mi?
Paris Anlaşması’ndan Glasgow İklim Zirvesi’ne yalanlar, kararlar, yapılacaklar?
Sorularına yanıt aranıyor.
Beş gün sürecek dizinin ilginizi çekeceğini umuyorum.
Kapitalizmin ‘Yeşil’ Yalanları-1
Yeşil dönüşümün vaatleri ve yalanları
Oğuz Türkyılmaz
BirGün Gazetesi, 03 Ocak 2022
https://www.birgun.net/haber/yesil-donusumun-vaatleri-ve-yalanlari-371582
Yeşil dönüşümün vaatleri ve yalanları
Oğuz Türkyılmaz
Günümüz dünyasında, bir yanda, dünyanın kaynakları ve doğanın varlıkları, kapitalizmin körüklediği çılgın bir tempo ile ve fütursuzca, toplumsal yaşam gereklerinin çok üzerinde tüketilmekte. Diğer yanda, hâlâ 3 milyar insanın evinde ellerini yıkayacağı bir lavabo, 2.7 milyar insanın yemek pişirmek için düzenli bir mutfağı bulunmamakta; sekiz yüz milyon kadar insan elektrikten yararlanamamaktadır. Ayrıca, gelişmiş ülkelerde yaşayanlar da dâhil; çok sayıda insan, alım güçlerinin yetersizliği nedeniyle mevcut imkânlara ulaşmakta zorluk çekmekte, ödeyemedikleri yüksek elektrik ve doğalgaz faturaları nedeniyle karanlık ve soğuk bir yaşama mahkûm olmaktadır.
Sanayi devriminden bu yana, kapitalist sistemin kâr hırsı ile yürüttüğü doğayı hiçe sayan politikaların ve çok fazla artan fosil yakıt tüketiminin neden olduğu sera gazları ve çeşitli kirleticiler, küresel ısınmayı, hava ve çevre kirliliğini hızla artırmıştır ve artırmaya devam da etmektedir.
İKLİM SORUNSALI ÇOK BOYUTLU VE KARMAŞIK
Prof. Dr. Nesrin Algan ve Prof. Dr. Aykut Çoban’ın saptamalarından hareketle söyleyeyim. İklim sorunsalı, kapsamı, nedenleri ve sonuçlarıyla ideolojik, iktisadi, sınıfsal, siyasal bir sorundur ve bu özelliklerinden dolayı zaman, mekân ve ölçek boyutları vardır. Sorunun çözümü için bütün bu düzlemler ve ölçekler arasında etkileşim kuran ve geleceğe ertelenmemiş siyasi ve toplumsal bir mücadeleye ihtiyaç vardır. İklimle ilgili sorun yumağı, iktisadi, toplumsal ve tarihsel eşitsizlikleri artırdığı gibi, dezavantajlı kesimlere, yoksul ülkelere, geri kalmış bölgelere, emekçi sınıflara, işsizlere, kadınlara ve gelecek kuşaklara daha ağır yükler yüklemektedir. Sorun, küresel, ülkesel ve bölgesel, sınıfsal, toplumsal cinsiyet boyutları olan bir sorundur. Bu kadar çok boyutlu ve karmaşık bir sorunun, salt çevre ile ilgili teknik parametrelerin aritmetik değişimi ve mucizevi sonuçlar beklenen yeni teknolojilerin uygulanması ile çözüleceğini öne süren ve sorunu önemsizleştirmeye çalışan yaklaşımlar kabul edilemez. Dünyada salımlardan birincil düzeyde sorumlu olanlar, birkaç ülke ve Zengin Kuzey’deki gelişmiş kapitalist ülkelerde nüfusun çok küçük bir yüzdesini oluşturan sermaye sınıflarıdır. Yoksul Güney ülkelerinin halkları da yaşanan ve giderek ağırlaşarak yaşanacak yıkıcı sorunların mağdurlarıdır. Kişi başına salımlarda, ABD yurttaşları yılda 16.6 ton salımla en ön sıradan yer alırken, bu sayı Çin’in kişi başına 7 ton/yıl salımının iki katından fazladır. Dünya nüfusunun altıda birinin yaşadığı Afrika kıtasının toplam salımlardaki payı ise yalnızca %3’dür. BM’nin bir çalışmasına göre, dünyanın en zengin yüzde birlik kesiminin salımları, dünyanın en yoksul yüzde 10’undan 175 kat fazladır.
İklimle ilgili sorunları, uzunca süre reddeden ve kabul etmeyen sermaye sınıfları ve grupları, şimdilerde durumdan vazife çıkararak, politika değişikliğine yöneliyorlar. Görünürde, iklim kaynaklı sorunları çözmeyi, ama esas olarak, sermayenin kendi krizlerini aşmayı ve kapitalist yeniden üretim için yeni faaliyet ve kazanç alanları yaratmayı hedefliyorlar. Bugüne değin, enerji yatırımlarında yalnız azami kâr dürtüsü ile hareket eden, doğayı tahrip etmekte beis görmeyen sermayenin temsilcileri; küresel salgınının altüst ettiği, eski birçok kurumun işlevlerini yitirdiği bir süreçte, “enerjide yeni düzen, yeşil enerji, yeşil dönüşüm’’ slogan ve önermelerini dillerinden düşürmeyerek, sahte bir masumiyet maskesi ile sahneye çıkmıştır.
Kapitalist sistemin dünyamıza egemen olan odakları; IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change- Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli) toplantıları belgelerinin, COP (Conference of the Parties- Taraflar Konferansı) raporlarının ve daha birçok araştırmanın vurguladığı seragazı salımlarının ve sıcaklık artışlarının yakıcı sonuçlarını göz ardı etme imkânı kalmayınca, yaşanan sorunlardan kendilerinin sorumlu olduğu gerçeğini karartıp, küresel sıcaklık artışını sınırlamaktan, karbon salımlarını hızla azaltmaktan söz etmeye, “Yeşil Mutakabat”, “Yeşil Enerji”, “Adil Dönüşüm”, “Net Seragazı Salımları” gibi süslü, yanıltıcı, gerçeklerin üstünü örten söylemleri dillerinden düşürmemeye başladılar.
ABD 1850’den bugüne küresel karbondioksit salımlarının dörtte biri kadar fazlasından sorumludur. Diğer bazı gelişmiş ülkelerle birlikte payı yüzde elliye yaklaşmaktadır.
GLASGOW İKLİM ZİRVESİ
Yapılan birçok bilimsel çalışmanın ortaklaştığı önermeler; salımların hızla azaltılması, bunun için de, fosil yakıt tüketimlerinin radikal bir biçimde kısıtlanması ve bütün ülkelerin salım azaltım hedeflerini yüksek oranda artırmalarının zorunlu olduğuydu. Pompalanan bu tür beklentilerle gidilen Glasgow İklim Konferansı, fosil yakıt şirketleri ve onların iş ortağı olan ve yakın zamanda fosil yakıtlardan vazgeçmeye niyetli olmayan devletlerin temsilcilerinin kuşatması altında geçti. Dünyanın dört bir yanından gelip Glasgow sokaklarını dolduran binlerce kişi, toplantı salonlarına bırakın girmeyi, yaklaştırılmadılar bile. Alanlarda yankılanan “Fosil yakıtlara hayır, salımları bütünü ile sona erdirin” sloganları konferans salonlarındaki tuzu kurulara ulaşmadı.
Glasgow’da zengin devletler ve uluslararası bankalar, yoksul ülkelerin, enerjide dönüşüm için gerekli kaynakların karşılıksız olarak temini gibi taleplerini de dikkate almadılar.
Kapitalizmin ‘Yeşil’ Yalanları-1
Paris’ten net sıfır emisyon hedefine
Prof. Dr. Erinç YELDAN
BirGün Gazetesi, 03 Ocak 2022
https://www.birgun.net/haber/paris-ten-net-sifir-emisyon-hedefine-371585
Paris’ten net sıfır emisyon hedefine
Prof. Dr. A. Erinç Yeldan – Kadir Has Üniversitesi
Bilim insanları, seragazlarının emisyonu nedeniyle dünyamızın yüzey ısısında yaşanan artışın yüzyılın sonuna değin 2 santigrat derecede tutulması gerektiğini, aksi takdirde gezegenimizin geri dönülemez biçimde tahribata uğrayacağını vurguluyor. Çevre bilimciler, bu hedefe ulaşmak için küresel emisyonların 18 milyar ton düzeyine düşürülmesi gerektiğini hesapladılar. Buna karşın, iklim değişikliği ile uluslararası düzeyde önemli bir adım olan 2015 Paris 21. Taraflar Konferansı’nın katılımcıları daha başında ülkelerin verdikleri taahhütlerin bu hedeften çok uzakta kaldığını belirtmekteydi. Dünya Enerji Ajansı sunduğu projeksiyonlarda 2040 yılına değin dünyada toplam emisyonların 36 milyar tona ulaşacağını, oysa +2 C0 sınırını aşmamak için toplam emisyonların 18 milyar tona değin düşürülmesi gerektiğini paylaşmaktaydı. Aradaki 18 milyar tonluk farkın düşürülmesi Paris sonrası iklim mücadelesinin en önemli sorunsalıdır.
Belki biraz da bu tespit ve uyarılardan hareketle, uluslararası iklim kriziyle mücadele artık Paris Anlaşması’nın taahhütleriyle sınırlı kalmayıp, doğrudan net sıfır emisyon hedefleri çağrılarına yönelmiş durumda. Avrupa Komisyonu’nun 2019 Aralık ayında duyurduğu Avrupa Yeşil Düzeni; ABD’de de Alexandria Cortez’in önerdiği ve Başkan Biden’in sahiplendiği Yeni Yeşil Düzen çağrıları bunun en önemli örneklerini oluşturuyor.
Bu tasarımlar arasında en dikkat çekici olanı AB’nin Avrupa Yeşil Düzeni (AYD- European Green Deal) belgesi oldu. Bu tasarım çerçevesinde AB’nin sanayi, tarım, enerji ve tüketici davranışlarını dönüştürmek amacıyla iklim değişikliği ve çevre kirliliği sorunlarıyla mücadele doğrultusunda topyekün yeni bir strateji izlemeye hazırlanmakta olduğu görülmekte. AYD stratejisi doğrultusunda AB üyesi ülkelerin 2050 yılına kadar “net sıfır CO2 emisyonlu” bir ekonomik yapıya dönüştürülmesi hedeflenmekte. Bunun için yeni ekonomik büyüme stratejisi, kirletici sektörlerin hızla yenilenebilir enerji kaynaklarıyla dönüştürüldüğü, doğal kaynak kullanımına daha etkin yer verildiği, fosil yakıtlara dayalı enerji tüketiminin kademeli olarak azaltıldığı, yeniden işleme (re-manufacturing) ve döngüsel ekonomi (circular economy) temelli; enerji verimliliğini ve yenilenebilir enerji kaynaklarını ön plana çıkaran bir model tasarlanmakta.
AYD üzerine önemli eleştirel yaklaşım ise, AB’nin net sıfır hedefi ve genelde karbonsuzlaşma doğrultusunda kullanmakta olduğu en önemli enstrümanın kapitalist pazar sisteminin gene kendisi olan Karbon Ticaret Sistemi’ne dayandırılması. 2005 yılında kurulmuş olan KTS, şu anda elektrik, petrol rafineleri, kimyasallar, demir&çelik, metal-dışı ürünler (çimento) kağıt ve hava taşımacılığında üretim yapan yaklaşık 11,000 şirketi ve enerji santralini kapsamakta. Bu sektörler AB toplam sera gazı emisyonlarının %45’ini kapsıyor. Sınırla ve Ticaretini Yap anlayışıyla oluşturulan karbon piyasası aracılığıyla toplam emisyonlarının zaman içerisinde azaltılarak net sıfır hedefine ulaşılacağı beklenilmekte.
Larry Lohman La Nuova Ecologica dergisinde eylül ayında vermiş olduğu demecinde karbon ticaret sisteminin aslında sorunun özünü görmezden geldiğini ve fosil yakıtlara dayalı enerji sisteminin ve sanayi şirketlerinin bu sistem sayesinde yaratılan offset’ler, piyasalaştırma oyunları ve spekülatif tasarımlar sayesinde sorunu ileriki nesillere attığını vurguluyor. Lohman’a göre KTS, iklim krizinin sorununun “doğru fiyatlar uygulandığında kendiliğinden çözülecek bir piyasa tökezlemesi” olarak tanıtılmak istendiğini, oysa sorunun özünde kapitalist birim sisteminin dayanılmaz kar hırsı ve kamçılanan tüketim deseni yatmakta olduğunu vurguluyor.
Başta finansal derecelendirme kuruluşları olmak üzere, spekülatörler ve fosil yakıtların teşviklendirilmesinden kazanç sağlayan ulus ötesi tekeller söz konusu karbon fiyatının rekabet koşulları altında gerçekleştirilmesi önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Buna ek olarak, bir yandan ABD’nin miktar kolaylaştırması (QE) aracılığıyla dünya para piyasalarına sunduğu olağan dışı likiditenin kendisini nemalandıracak bir spekülasyon alanı arayışı, diğer yanda Birleşmiş Milletler bünyesinde oluşturulması planlanan yıllık 100 milyar dolar tutarındaki temiz kalkınma fonu, finansal spekülatörlerin başını döndürüyor. Internet balonu ve emlak ve konut köpüklerinden sonra, uluslararası finans şebekesi ve ulus ötesi tekeller “iklim değişikliği ile mücadele” görüntüsü altında soluduğumuz havayı ticari bir mal haline dönüştürerek, piyasanın inişli çıkışlı dalgalanmalarından spekülatif çıkarlar bekliyor. Bu doğrultudaki kısa dönemci başı boş kararlar ise özünde uzun dönemli stratejik bir sanayileşme ve enerji planlaması gerektiren çevre kirliliği sorununu içinden çıkılmaz bir dengesizliğe sürüklüyor.
Bu saptamayı doğrulayacak bir başka çalışma ise Uluslararası Enerji Ajansı verilerinden elde edilebilir. Bilindiği üzere gezegenimizin atmosferine bir yılda salınan CO2 emisyonu yaklaşık 30 milyar tona ulaşmaktadır. Bu sonucu ülkeler düzeyinde değil de, küresel üretim zincirinin baş aktörleri olan ulus-ötesi şirketler açısından değerlendirdiğimizde, aslında sadece yirmi adet enerji üreticisi ve dağıtıcı tekelin bu rakamın yüzde 30’undan sorumlu olduğunu görüyoruz. Sadece ilk dört şirket, Chevron, Exxon, BP ve Rus Gaspromun yol açtığı emisyonların toplam içerisindeki payı yüzde 11.5’e ulaşmaktadır.
Dolayısıyla, küresel iklim değişikliği ile mücadelede ana öznenin “ulus ekonomiler” olduğu kadar, belki de çok daha belirleyici biçimde, dünya ticaretini meta zincirleri ve doğrudan yatırımlar ile yönlendirmekte olan ulus-ötesi şirketler ve uluslararası finansal sistem olduğunu görmemiz gerekiyor.
İKLİM ADALETSİZLİĞİ VE İKLİM SOYKIRIMI
İklim krizi bir yandan da kapitalizmin eşitsiz gelişme yasalarını tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarıyor. Örneğin, Oxfam’ın geçtiğimiz hafta yayımlanan “Küresel Emisyonlar ve Gelir Adaletsizliği” Raporu, dünyada en zengin %1’lik kesimin sorumlu olduğu fert başına CO2e emisyonlarının 1990’a görece %25 artış gösterdiğini ve bu kesimin tüketim faaliyetleri sonucu yaratmakta olduğu CO2e sera gazının, 1.50C ısınma hedefiyle belirlenmiş emisyon bütçesinin 30 misline ulaştığını vurguluyor. Buna karşın, “zengin” %10’luk kesimin CO2e salımları aynı hedefin 10 misline ulaşırken; “yoksul” %50’nin yarattığı CO2e salımları ortalamanın %20 altında. Rapordaki verilere göre, bir bütün olarak bakıldığında, fert başına “ortalama” (ne demekse-?) emisyonlar, 1.50C hedefinin 2.2 ton/kişi daha üstünde seyrediyor.
Küresel iklim kriziyle “mücadelede” aynı ekonomik krizlerin aşılması tasarımlarında da olduğu üzere, “kemer sıkma” fedakarlığının gene küresel yoksulların payına düştüğünü görüyoruz.
Sözlerimizi Chico Mandez’in geçtiğimiz hafta medyada çok paylaşılmış olan şu fotoğrafı ile tamamlayalım: “Sınıf mücadelesi olmadan yapılan çevrecilik sadece bahçeciliktir.”
Kapitalizmin ‘Yeşil’ Yalanları-2
Yeşil dönüşüme karşı toplumcu dönüşüm
Oğuz Türkyılmaz
BirGün Gazetesi, 04 Ocak 2022
https://www.birgun.net/haber/yesil-donusume-karsi-toplumcu-donusum-371765
Yeşil dönüşüme karşı toplumcu dönüşüm
Oğuz Türkyılmaz
Bugüne kadar fosil temelli bir enerji politikasından başka bir şey önermeyen emperyalist ülkeler ve ulus aşırı tekeller, yaşanmakta olan ekolojik yıkımın neden olduğu hasarlar saklanamaz ölçeklere ulaşınca, ancak harekete geçtiler. Sorunun ana nedeninin, kapitalizmin bitimsiz büyümeyi zorunlu kılan kâr makinesi ve emperyalist bağımlılık zinciri olduğunu gizleyerek, sermayenin kontrolünde tek tip bir ‘yeşil dönüşümü’, tüm dünya için tek çözüm olarak dayatmaktalar.
Oysa dünyadaki ülkelerin, halkların ve coğrafyaların ortak özelliklerinin yanı sıra farklı nitelikleri de var. Başta yoksul Güney olmak üzere, dünya ülkeleri ve halklarının fosil yakıt temelli, emperyalizme bağımlı enerji politika ve uygulamalarından ve emperyalist bağımlılık zincirinden kurtulabilmeleri için önerilecek alternatif toplumcu demokratik enerji programlarını, tarım-gıda, kentleşme, ulaşım, teknoloji ve sanayileşme politikaları ile etkileşimlerini dikkate alarak tasarlamaları ve uygulamaları gerekir.
Bu gerçeklerden hareketle yeşil badanalı da olsa; özünde fosil yakıt temelli ve esas amacı kapitalizmin tüketimin körüklenmesine ve doğayı tahrip eden, sürekli yeniden üretim kurgusuna dayalı ve toplumun küçük bir kesimini oluşturan sermaye sınıflarının ve özel şirketlerin çıkarlarını kollayan; mevcut fosil yakıt temelli işleyişin, iklimi etkileyen süreç ve etkenlerle etkileşimini irdelemeden, sadece bazı teknolojik yöntemlerle sorunun çözülebileceğini iddia eden yaklaşım ve uygulamaları deşifre etmekten öte:
Enerjide toplum yararını gözeten, kamucu, toplumcu başka bir dönüşüm programını tasarlamak, topluma anlatmak, benimsetmek ve uygulamak gerekir.
Sorun küresel olduğu için, mücadeleyi ülke ölçeğinde yükseltmekle yetinmeyip, dünyanın dört bir yanında verilen mücadelelerle birleştirmek, bölge, kıta ve dünya ölçeklerine taşımak gerekir.
Yeşil program, hidrojen enerjisi ve karbon tutma.
Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı olarak düşük maliyetle üretilmesi öngörülen elektrikle, suda bulunan hidrojenin ayrıştırılması ve birçok sanayi dalında yakıt olarak kullanılması için yoğun çalışmalar sürüyor. Yapılan AR-GE çalışmalarının olumlu sonuçlar vereceği ve üretilecek yeşil hidrojenin, yakın gelecekte en önemli enerji kaynaklarından biri olacağı beklentisine dayalı stratejiler geliştiriliyor.
Öte yandan, doğalgaz ve petrol tekelleri, doğalgazın ayrıştırılması ve karbon tutulması esaslı hidrojen üretimini geliştirmeye ve pazarlamaya çalışıyorlar. Böylece, denetimleri altındaki doğalgaz kaynaklarını kârlı bir şekilde değerlendirmeyi amaçlıyorlar.
Karbon tutma ve depolama, havadaki karbonu tutma gibi ticari ve teknik uygulanabilirliği kanıtlanmamış ve fosil yakıtların kullanımını sürdürmeye yol açmasından dolayı karşı çıkılan teknolojileri, özellikle doğalgaz tekelleri savunuyor.
YIKICI ETKİLERİ SORGULANMIYOR
Esas olarak özel araç sahipliği anlayışı üzerinde temellenen, bütün araçları elektrikli yapmak gibi, yüz milyonlarca araca konulacak bataryaları ve kurulacak milyonlarca şarj istasyonları için ihtiyaç duyulacak değerli madenlerin yeryüzünde yeterli miktarda bulunup bulunmadığını, bu madenlerin çıkarılması ve işlenmesi sürecinin doğaya vereceği yıkıcı etkileri sorgulamayan önermeler pazarlanıyor.
Önerilen yeşil program, fosil yakıt kaynaklı karbon salımlarını, sera gazlarını ve endüstriyel kirleticileri sona erdirmeyi de öngörmüyor. Kömür santrallarının tedricen devre dışı kalması, karbon tutma ve yakalama teknolojilerine ve tesislerine sahip olacak gaz yakıtlı santralları, karbonsuz olduğu iddia edilen nükleer santralların ise faaliyetlerini sürdürmesi planlanıyor.
Başta AB olmak üzere, gelişmiş kapitalist ülkelerde gündeme getirilen yeşil dönüşüm programları; özellikle fosil yakıtlara dayalı olarak varlığını sürdüren bölgelerin ve bu sektörlerde çalışan emekçilerin durumu, bu işgücünün yeni iş alanlarına adaptasyon güçlüğü ve benzeri sosyal ve ekonomik açıdan yüklü maliyetler ortaya çıkaracaktır. Bu maliyetlerin kimler tarafından, nasıl karşılanacağı da emek güçleri için sınıfsal bir mücadele alanıdır.
SÖYLEMLE ÇELİŞEN POLİTİKALAR
Küresel ölçekte salımların yüzde 21’inden sorumlu olan ulaşım sektörü, birçok ülkede salımların birincil kaynağı. Ulaşım salımlarında tarihsel sorumluluk, ABD ve Avrupa’ya ait iken, gelecekte Asya’nın öne geçmesi söz konusu. Mevcut ve yeni taahhüt edilen salım azaltımları yerine getirilse bile, ulaşım kaynaklı salımlar 2050’de bugüne göre yüzde 20 artacak. Çok iddialı azaltma hedefleri bile uygulansa, ulaşım kaynaklı salımlar sıfırlanmıyor ve ancak yüzde 70 azaltılabiliyor. Çünkü ulaşım talebi, artan nüfus ve ekonomik gelişimle artıyor ve ulaşımın yüzde 95’i petrol ürünlerine dayalı. Çözüm için yalnız elektrikli ve hidrojen yakıtlı araçlara umut bağlanılıyor. Oysa bugünden sonra petrol yakıtlı hiçbir yeni araç imal edilmese bile, tüm araçların elektrikliye dönmesi onlarca yıl alır. Yeşil hidrojenin ticari olarak kullanılabilir olması için de uzun süre gerekebilir. Ayrıca, özel araç bağımlılığı elektrikli araçlarla da devam ettiği sürece, trafik sıkışıklıkları azalmayacağı gibi bu imkândan varlıklı kesimler yararlanacak. Yüz milyonlarca aracı elektrikli yapmak için, yüz milyonlarca batarya imal ve milyonlarca şarj istasyonu inşa etmek gerekli. Jetlerde sıfır salım henüz uzak bir hedef. Ekonomik ömürleri uzun olan dizel yakıtlı gemiler daha yıllarca çalışır. Elektrikle çalıştırma için çalışmalar ise daha başlangıç aşamasında.
Yüz milyonlarca insan açlıkla boğuşurken, AB üyesi ülkelerin zengin yurttaşlarının bineceği araçlarda kullanılacak elektrik enerjisini üretmek için yakılsın diye, başka ülkelerdeki tarımsal arazilerin, su, gübre, makinalı tarım gerektiren endüstriyel bitki üretimine ayrılmasını savunmak doğru olabilir mi? Fosil yakıt tüketen ulaşım ve savaş araçları ile savaş sanayisinin ve askeri birliklerin salımlarını azaltmaya yönelik kayda değer bir öngörü ve politika yoktur. Tek başına ABD ordusu, dünyanın birçok devletinden daha fazla karbon salımı yapıyor. Çok büyük yakıt tüketimi ve dolayısı ile salımları olan askeri birlikleri göz ardı etmenin ne anlama geldiğinin yorumunu okurlara bırakıyorum.
“AB’nin yeşil mutabakat programı ne diyor?
AB Komisyonu’nun, Birliğin çeşitli organlarına 11.12.2019 tarih ve 640 sayı ile bildirdiği Yeşil Mutabakat Programı, Yeşil Dönüşüm olarak da adlandırılıyor.
Yeşil Mutabakat Programı, AB Komisyonu’nun, iklim ve çevreyle ilgili zorluklarla mücadele konusundaki kararlılığından söz ediyor, “Atmosfer gittikçe ısınıyor ve iklim her geçen yıl değişiyor. Gezegendeki sekiz milyon türün bir milyonu yok olma riski altında. Ormanlar ve okyanuslar kirleniyor ve yok ediliyor” saptamasını yapıyor ve devamla aşağıdaki hususları vurguluyor:
Avrupa Yeşil Mutabakatı, 2050 yılına kadar AB’yi net sera gazı salımların olmadığı ve ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrıştırıldığı modern, kaynak açısından verimli ve rekabetçi bir ekonomiye sahip adil ve müreffeh bir topluma dönüştürmeyi amaçlayan yeni bir büyüme stratejisidir.
Özel sermayeyi iklim ve çevre eylemlerine yönlendirmek için daha fazla çaba ve büyük kamu yatırımları gerekecektir. Tutarlı bir finansal sistem oluşturmaya yönelik uluslararası çabaların koordinasyonunda AB öncü olmalıdır. Yeşil Mutabakat’ın çevresel hedefine, Avrupa’nın tek başına hareket ederek ulaşması mümkün değildir.
Komisyon, karbon kaçağı riskini azaltmak için seçilen sektörlerde ülke sınırlarında uygulanmak üzere karbon düzenleme mekanizması önermektedir.
Üye devletler arasındaki bölgesel iş birliğini kullanarak açık deniz rüzgâr türbinlerinin üretim potansiyelini artırmak, birincil derecede önemli olacaktır. Yenilenebilir enerjilerin, enerji verimliliğinin ve diğer sürdürülebilir çözümlerin sektörler arasında akıllı ve kuvvetli bir şekilde entegre edilmesi, karbonsuzlaşmaya minimum maliyetlerle ulaşılmasına katkı sağlayacaktır. Karbondan arındırılmış gazların (yeşil hidrojen) geliştirilmesine yönelik desteğin artırılması ve rekabetçi bir yeşil hidrojen gazı piyasası için ileriye dönük bir tasarım yapılması yoluyla ve enerji kaynaklı metan emisyonları konusu da ele alınarak, gaz sektörünün karbonsuzlaştırılması kolaylaştırılacaktır.”
Kapitalizmin ‘Yeşil’ Yalanları-2
İklim krizinde fraksiyonların savaşı
Prof. Dr. Aykut ÇOBAN
BirGün Gazetesi, 04 Ocak 2022
https://www.birgun.net/haber/iklim-krizinde-fraksiyonlarin-savasi-371767
İklim krizinde fraksiyonların savaşı
Prof. Dr. Aykut ÇOBAN
Sermayenin, fosil enerji ve yenilenebilir enerji fraksiyonları arasındaki savaş şiddetlenerek sürüyor. Sağladıkları desteklerde denklik var. Covid-19 salgın döneminde bile, otuz bir ülkenin ve sekiz çok taraflı yatırım bankasının, kamu bütçesinden fosil enerji üretim ve tüketimine yaptığı destekler 364 milyar dolar. Buna karşılık “temiz enerji” bakımından destekler de 330 milyar dolardır. Fosil enerji fraksiyonu yeryüzünü yıkıma süreklesin diye ve yenilenebilir enerji sermayesi de yeryüzünün sözde kurtarıcısı olarak eşit miktarda fonlanıyorlar.
Fosil sermaye, tuttuğu mevzilerde direniyor. Nitekim, kimi siyasal kazanımlar elde ettiler. Öyle ki, devletlerden, fosil enerjiden çıkış politikalarının 2050 yılına kadar sürüncemede tutulacağı sözünü aldılar. Devletler, fosil sermayenin terk edeceği alanlardaki tatlı kârları tam tamına sahiplenmesi için öbürüne, yenilenebilir fraksiyonuna da kol kanat açıyorlar. Böylece kapitalist düzeninin ekolojik yıkımlar kısır döngüsüne hapsoluyoruz.
TAHT KAVGASI
Enerji sermayesinin iki fraksiyonu arasındaki taht kavgasına mali sermaye fraksiyonu da dahil oldu. İklim Sözleşmesi’nin 26. Taraflar Konferansı’nda, Net Sıfır İçin Glasgow Mali Birliği’nin (GFANZ) kurulduğu duyuruldu. Birlik, 45 ülkeden 450 büyük banka ve finansal kuruluşun bir araya gelmesiyle oluşturuldu. Bu mali ittifakın sözcüsü olan Mark Carney, bir araya getirdikleri 130 trilyon dolarlık özel sektör kaynağının, önümüzdeki otuz yıl içinde gerçekleşecek “net sıfır” yeşil dönüşümün finansmanı için hazır olduğunu vurguladı. Bu kaynağın bir bölümü fosil sermaye tarafından kullanılıyor, zaten açıklamada da Birliğin fosil enerjinin finansmanından çekildiği belirtilmedi. Ama asıl önemlisi, mali sermaye, yeşil dönüşümü, yatırım yapılacak kârlı bir alan olarak ilan etmiş oldu.
Bu büyüklükte, 130 trilyon dolarlık finansmanın kullanılması ve yatırıma dönüşmesi için, iktisadi olduğu kadar siyasal ve toplumsal risklerin de ortadan kaldırılması, denetlenmesi gerekir. Sermaye için muhalefetsiz, güvenli bir liman yaratmanın birinci yolu ise yeşil dönüşüm konusunda küresel, siyasal ve toplumsal bir “büyük uzlaşma” sağlamaktır. Öyle ki, GFANZ müjdesinin peşi sıra, Taraflar Konferansı’nda pek çok uzlaşma metni yayımlandı. Devletler, çok taraflı yatırım bankaları, sendikalar ve sivil toplum örgütleri, aralarında kombinasyonlar oluşturarak birlikte imza attıkları metinlerde yeşil dönüşüme, adil dönüşüme, enerji dönüşümüne, yenilenebilir enerjiye bağlılıklarını teyit ettiler. Yeşil dönüşümün bir koro nakaratı halinde sürekli dolaşımda olması, herkesi büyük uzlaşmaya katılmaya mecbur etmeye yöneliktir. Yine de sermayenin fosil fraksiyonuna olduğu kadar yeşil dönüşüm geçiren fraksiyonuna karşı da direnen çeşitli mücadeleler vardır ve olacaktır. Onlar için devletin zor aygıtları ve şirketlerin paramiliter çeteleri devreye sokulacak, yeşil dönüşüm sermayesinin fincancı katırlarının ürkmesine engel olunacaktır.
***
Yükselen yerel mücadeleler
Mali sermayesiyle, devlet desteğiyle, emekçilere ve yerel topluluklara kapalı antidemokratik karar alma yapısıyla, ekolojik yıkımıyla, kapitalist enerji düzeni olduğu gibi yerli yerinde dururken, emek-ekoloji bağlamına sahip toplumsal örgütler, enerji sermayesinin fraksiyonları arasında yeğlemede bulunarak siyasal ve ekolojik sonuçlar elde edebilirler mi? Bu örgütlerin, yenilenebilir enerji sermayesiyle birlikte saf tutarak yeşil dönüşüm korosuna katılması, sermaye düzeninde krize yol açacaksa, bu taktiği benimsemenin yararlı olacağını ileri sürünler olabilir. Ama yeşil dönüşüme destek veren toplumsal örgütler, düzen güçleri arasında böyle bir kriz yaratma taktiğine dayanmıyorlar. Yenilenebilir enerji dönüşümünün iklim/ekoloji krizini çözebileceğine dair bir inançla hareket ediyorlar.
O zaman soru şu: Fosil sermaye yerine bu kez yenilenebilir enerji sermayesini başımıza musallat eden yeşil dönüşüm politikasından yana tutum almak, ekolojik olarak gerçekten yararlı mı? Bu fraksiyonun da sosyo-ekolojik olarak yıkıcı sonuçlar doğurduğuna ilişkin pek çok kanıttan biri, yeşil dönüşümün unsurları olan yenilenebilir enerji santrallerine, HES’lere, RES’lere, JES’lere, BES’lere karşı Türkiye’nin her yerinde yükselen yerel mücadelelerdir.
Hal böyleyken, yeşil dönüşüme iman eden kimi STK’ler ve siyasal partiler, bir sermaye fraksiyonunun kuyruğuna takılmalarının varsa gerekçesini, yerel ekoloji mücadelelerine açıklama yükümlülüğünü de üstlenmeliler.
‘Kapitalizmin Yeşil Yalanları-3
‘Net sıfır salım’ bir yalan
Oğuz Türkyılmaz
BirGün Gazetesi, 05 Ocak 2022
https://www.birgun.net/haber/net-sifir-salim-bir-yalan-371921
‘Net Sıfır Salım’ Bir Yalan
Oğuz Türkyılmaz
Bazı ülkeler önümüzdeki kritik yirmi yılda salımlarını asgari düzeyde azaltmayı, birçoğu ise salımları azaltmak yerine sürdürmeyi ve bu salımlara karşılık, karbon ticareti, ağaç dikme, karbon tutma, kullanma ve depolama teknolojisi vb. mekanizmalarla “net sıfır salımlara” ulaşmayı hedefliyor. ‘Net Sıfır Emisyon’ kavramı, ülkelerin neden oldukları salımlarla, ‘yakalanacak, tutulacak, ormanlar vb. yeşil alanlar gibi yutaklar tarafından uzaklaştırılan salımlar’ arasında bir denge kurulmasını öngörmektedir.
Gelecek on yılda salımları radikal bir şekilde düşürmeyi öngörmeyen ve bunu geleceğe erteleyip, güvenilir, ölçülmüş, denenmiş, kanıtlanmış örnekleri olmayan karbon tutma, kullanma ve depolama projelerini çözüm olarak göstermekle; salım azaltım hedeflerine ulaşmak mümkün değildir. Yeni ormanlar yaratma girişimleri, ancak yangınlar veya yasa dışı kesimlerle yok olan orman alanlarını yenilemeye yarar. Bir kömür santralı bir günde kapatılabilir ama yeni bir ormanlık alan geliştirmek onlarca yıl alır. Karbon ticareti ve denkleştirme mekanizmalarına bel bağlanamaz. Küresel Güney’i karbon yutma alanları olarak görmek, bu bölgelerde yaşayan insanların yaşam alanlarına müdahale etmek ve topraklarından sürgün edilmelerinden başka sonuç veremez. Zengin Kuzey’in ve büyük kirletici diğer ülkelerin karbon salımlarını yutmaya yetecek miktarda orman alanı yok. Bu nedenle ‘Net Sıfır Salım’ gibi illüzyonlar, çarpıtmalar yerine ‘gerçek çözümlere’ ihtiyaç var.
KANITLANMAMIŞ YÖNTEM
Çözüm önerisi olarak sunulan ve yoğun enerji tükettiği bilinen karbon salımlarının tutulması ve depolanması yönteminin, güvenli, ucuz maliyetli ve sürdürülebilir olduğunu gösterir yeterince denenmiş ve kanıtlanmış örnekleri de bulunmamaktadır.
Karbon ticareti, salımlarını sürdüren şirketlerin, satın alacakları yenilenebilir enerji primleriyle kendilerini aklayacakları ahlaki olmayan bir ticari faaliyettir.
TÜRKİYE DESTEK PEŞİNDE
Türkiye, Paris Anlaşması’yla ilgili toplantılarda, “ortak ancak farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesinin netleştirilmesi üzerine odaklandı. “Gelişmekte olan bir ülke” statüsünde olduğunun yeni anlaşmada da kabul edilmesini talep ederken, azaltım hedeflerine ulaşmada finansal mekanizmalardan ve teknoloji transferlerinden yararlanmak istediğini de belirtti. Yıllarca, bu istemleri kabul edilmeden anlaşmanın onaylanmayacağı bildirilirken; muhtemeldir ki, iktidar, iklim kredilerinin dayanılmaz cazibesine kapıldı. 21 Eylül 2021’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamayla ülkemizin Paris Anlaşması’na taraf olacağını ve 2053’te Net Sıfır Emisyon hedefini kabul edeceğini ilan etti. Paris Anlaşması’nın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6 Ekim 2021’de TBMM’de oy birliğiyle kabul edildi. Kanun, 10.11.2021’de yürürlüğe girdi. Türkiye Paris Anlaşması’nı onaylarken, 2053 yılına kadar net sıfır emisyon hedefini de kamuoyu ile paylaşarak iddialı bir açıklamaya imza attı.
NİYETLER VE GERÇEKLER
Ancak gerçekler başka. Ülkemizin, 2053’te Net Sıfır Emisyon hedefine nasıl ulaşacağına dair hazırlanmış, konuşulmuş, tartışılmış, üzerinde anlaşılmış, açıklanmış bir stratejisi, yol haritası yok. Birincil enerji arzında fosil yakıtlar payının yüzde 83,3 olduğu ülkemizin fosil yakıt tüketimini azaltmaya yönelik kayda değer bir öngörüsü ve planı da yoktur. Tersine, birkaç hafta öncesine değin Paris Anlaşması’nı imzalamayan, salımları azaltmak için hiç ciddi bir çalışma yapmayan siyasi iktidar ve enerji yönetimi; Cumhurbaşkanlığı 2022 Programında, “Milli enerji ve maden politikası kapsamında, yerli kömür kullanımının artırılmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir. Bu kapsamda, büyük linyit rezervlerinin elektrik üretiminde kullanılmasına yönelik madencilik açısından Kaynak Raporu ile Rezerv Raporu hazırlanmasına yönelik çalışmalar sürmektedir” demektedir.
Ticaret Bakanlığı Yeşil Mutabakat Eylem Planı’nda ise, “Temiz, Ekonomik ve Güvenli Enerji Arzı” başlıklı bölüm hedeflerinde, kömür kullanımının sınırlanmasına, elektrik üretiminde kömüre dayalı santrallar payının düşürülmesine dair tek satır yok. Yaratacağı çevre sorunları ve oluşturduğu riskleri göz ardı ederek, teknik, ekonomik ve siyasal olarak dışa bağımlığı artıracak olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) benzeri iki yeni NGS kurmayı öngörmektedir.
2019 yılı için hesaplanan Türkiye çapında seragazı salımları 506 milyon ton CO2 eşdeğeri olmuştur (TÜİK, 2021). Mevcut durum senaryosu altında Türkiye’de 2020 yılı için öngörülen sera gazı alım miktarı 673 milyon ton CO2 eşdeğeri, Azaltım senaryosu altında ise 599 milyon CO2 eşdeğeridir. Bu durumda Türkiye’nin hedeflediği azaltım oranlarıyla gerçek rakamlar arasında büyük bir uyumsuzluk olduğu açıktır.
Bu nedenle Türkiye’nin ilk iş olarak, 2053’te net sıfır hedefiyle uyumlu orta ve uzun vadeli bir yol haritası belirlemesi ve hedeflerini güncelleyerek kısa vadede 2030’a kadar, orta vadede 2053’e kadar ülkenin nasıl karbonsuzlaşacağına dair yapılacak çalışmaları belirlemesi gerekmektedir. Türkiye’nin iklimle ilgili Paris Sözleşmesi’ni imzalaması da sorunları çözecek sihirli bir anahtar değildir. Ülkemizin imzaladığı bazı uluslararası sözleşmelerin amir hükümlerinin uygulanmadığı ve yürürlükte olmalarına karşın yok sayıldıkları da göz ardı edilmemelidir.
Kapitalizmin Yeşil Yalanları-3
Enerjide dönüşümün önündeki açmazlar
Nilgün ERCAN
BirGün Gazetesi, 05 Ocak 2022
https://www.birgun.net/haber/enerjide-donusumun-onundeki-acmazlar-371925
Enerjide dönüşümün önündeki açmazlar
M.Nilgün Ercan*
İklim değişikliği önce bilim alanındaki bulgularla saptanmış, daha sonra süreç içinde protestoları, hükümetleri, uluslararası anlaşmaları içeren, küresel ölçekte siyasal, ekonomik ve toplumsal bir sorun haline gelmiştir. İsveçli fizikokimyacı Arrhenius’un 1896’daki makalesinde, havadvaki karbon dioksitin yeryüzü sıcaklığı üzerindeki etkisini incelediği bilinmektedir. Daha geriye gidersek, karbondioksit ve su buharı gibi gazların ısıyı soğurdukları, dolayısıyla atmosferdeki miktarlarının artmasının iklim üzerinde etkili olabileceği fizikçi John Tyndall tarafından 1800’lerin ortalarında anlaşılmıştı.
Şimdilerde “Yeşil Büyüme”, “Net Sıfır Emisyon” vb. terimlerle ifade edilen programlar, seragazlarının dörtte üçünü salan enerji sektörünü hedefliyor. Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir kaynakların, teknolojilerindeki gelişme ve maliyetlerinin düşmesi sonucunda, giderek fosil yakıtların kullanımını azaltması öngörülüyor. Ancak, yenilenebilir kaynakların kullanımı arttıkça, arz-talep dengesini sağlamak üzere depolama teknolojilerinin, karbondan arındırılması zor olan alanlarda yeni teknolojik seçeneklerin devreye girmesinin gerekliliği ortaya çıkıyor.
Uluslararası Enerji Ajansı (UEA), Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (UYEA) gibi kuruluşlar, karbondan arındırma hedefiyle 2050 yılına yönelik senaryolar oluşturmakta. Bu senaryolarda batarya teknolojileri, biyoyakıtlar, yenilenebilir kaynaklardan elektroliz yoluyla ya da bugüne kadar uygulanan doğal gaza dayalı buharla reformasyon yöntemine, Karbon Tutma, Kullanma ve Depolama teknolojilerinin eklenmesiyle üretilecek (sırasıyla yeşil ve mavi) hidrojen gibi seçenekler yer almaktadır. Bir bölümü hala araştırma-geliştirme, ölçek büyütme gibi sorunlar taşıyan bu teknolojilere yönelik Ar-Ge çalışmaları, pilot projeler artmaktadır. Sadece karbon salımlarına odaklanıldığı için, diğer risklerine rağmen nükleer güç santralları da UEA’nın senaryolarında “temiz enerji” kategorisinde yer alabilmektedir.
YENİ SORUNLAR
“Enerjide dönüşüm”e yönelik senaryolarda, “net sıfır emisyon (NZE)” denen, yani salınan karbon ile tutulan karbonu nötr hale getiren UEA senaryosu ve UYEA’nın, sanayi öncesi dönemlere göre küresel ortalama sıcaklık artışını 1.5° C ile sınırlama hedefini içeren Senaryosu, önceliği yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimi ve enerji verimliliğine vermektedir. Bu seçenekler hazır, maliyetleri giderek düşen ya da maliyet açısından etkin yöntemlerdir. Elektroliz yoluyla elde edilen hidrojen ve hidrojen bazlı yakıtlar gibi seçeneklerin payının ise özellikle 2030 sonrasında artması beklenmektedir. Zira, elektroliz bilinen ve uygulanan bir yöntem olmakla birlikte, bu konuda üretimden taşımaya ve nihai kullanıma kadar maliyetler, ölçek büyütme, Ar-Ge, arz ve talep tarafı politikalarının oluşturulması gibi sorunlar vardır. Ayrıca, yeşil hidrojen yenilenebilir kaynaklardan elde edilen elektriğe dayalı olduğundan, söz konusu kaynakların kullanım önceliği üzerinde (elektrik mi, hidrojen mi gibi) baskı yaratması riski bulunmaktadır.
Enerjide dönüşüm uygulamaları yeni sorunları da ortaya çıkaracaktır. Bunlardan biri mineral/malzeme kullanımının artmasıdır. UEA’ya göre, yenilenebilir enerjinin daha fazla pay sahibi olmasıyla bir birim elektrik üretim kapasitesi başına ihtiyaç duyulan mineral miktarı 2010 yılına kıyasla yüzde 50 artmıştır. NZE Senaryosu’ nda 2050 yılı için mineral girdisinin bugünküne göre altı katına kadar artması, bakır, nikel, lityum ve kobalt ticaretinin hızla büyümesi beklenmektedir. Bu durumda, sistemin diğer itici gücü dijital teknoloji ile birlikte düşünüldüğünde, özellikle rezervleri zengin çevre ülkelerde madencilik, saflaştırma vb. süreçlerle ilgili çevresel sorunların ve emek sömürüsünün artması söz konusudur.
Diğer önemli bir konu, enerjide dönüşüm kademelerinin, dolayısıyla kayıpların da artmasıdır. UEA’nın Dünya Enerji Görünümü 2021’de belirttiği üzere, günümüzde enerji kaynaklarının dörtte biri elde edildiği formda kullanılmakta, birincil enerji kaynaklarının büyük miktarı da yalnız bir dönüşüm aşamasına tabi tutulmaktadır. NZE Senaryosu’ na göre, 2050’lerde arz edilen enerjinin en az yüzde 40’ı iki dönüşüm kademesinden geçecek, üç veya daha fazla dönüşüm içeren prosesler de söz konusu olacaktır. Bu durumda enerji kayıpları artacağı gibi, arz güvenliği açısından enerji ağlarının entegrasyonu da önemli hale gelecektir.
Dikkat edilmesi gereken önemli bir sorun da, enerjide dönüşümün yaratacağı eşitsizliklerdir. Sanayileşmiş ülkelerin gerek teknolojik birikimleri gerekse uluslararası konumları nedeniyle bu süreçten ve yeni yatırımlardan daha fazla yararlanacağı açıktır. Ayrıca, kömür gibi konvansiyonel alanların terkedilmesinin sosyo-ekonomik sonuçları ile ülke, bölge ve çalışanlar üzerindeki etkileri dikkate alınmalıdır.
SİSTEMİN AÇMAZLARI
Teknolojik alanda bu değişimler ortaya atılırken, sistemin işleyişi, kapitalist birikim ve ilişkiler, piyasa mekanizmaları yerinde durmaktadır. Kamuya biçilen rol piyasa mekanizmaları dahil gerekli düzenlemeleri yapmak, firmalara finansal destekler sağlamak, tarife garantileri vermek, maliyetlerin yükü konusunda tüketicileri hazırlamaktır; gerisini özel sektör halledecektir.
İklim değişikliği ve çevre sorunları sadece bazı kimyasalların ya da parametrelerin sınırlanmasıyla, salt teknolojik gelişmelerle çözülecek bir mesele değildir. Kaldı ki, teknolojik gelişmelerin doğrultusunun da sistemin işleyişi ile bağlantılı olduğunu dikkate almak gerekir. Örnek vermek gerekirse, elektrikli arabalar çok önceden, 1800’lerin sonlarına doğru kullanılır hale gelmeye ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak, büyük petrol rezervlerinin bulunması, ucuz ve bol miktardaki benzin, hızla kâr etme olanağı düşük maliyetli içten yanmalı motorların gelişmesinin önünü açarken, elektrikli arabalar 1935’lerde ortadan kaybolmuştur; günümüzde ise karbondan arındırma teknolojilerinden biri olarak yeniden gündeme gelmektedir (The History of the Electric Car | Department of Energy).
Diğer bir deyişle, teknolojik iyimserlik yeterli olmamakta, kapitalist ekonominin yapı taşlarından olan kâr, sermaye birikimi, genişleme döngüsü ortadan kalkmadığı takdirde ekolojik sisteme verilen zararların azaltılması da gerçekleşebilir görünmemektedir.
*Kimya Mühendisi
Kapitalizmin Yeşil Yalanları-4
Demokratik bir enerji programı
Oğuz Türkyılmaz
BirGün Gazetesi, 06 Ocak 2022
https://www.birgun.net/haber/demokratik-bir-enerji-programi-372066
Oğuz Türkyılmaz
Özel şirketlerin değil, toplumun çıkarlarını gözetmeyi amaçlayan toplumcu enerji politika ve uygulamalarının amaçlarını ve araçlarını tanımlamaya çalışalım.
Enerji politika ve uygulamaları, tüm yurttaşların ve toplumun ortak gereksinimleri olan eğitim, sağlık, ulaşım, adalet, iletişim, kültürel ve sportif hizmetlerinin, güvenli çalışma ve yaşam koşulları, beslenme, uygun barınma ihtiyaçlarının ve tüm bu hizmet ve faaliyetlerin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde toplam ekonomik faaliyetlerin gereksineceği miktar ve nitelikte enerjinin karşılanmasını amaçlamalıdır.
Bu amaca ulaşmak için yapılacak çalışmalar da, enerji ihtiyacının, toplum çıkarlarını gözeten bir yapıda, kamusal planlama kapsamında, kamu hizmeti olarak, doğal ve toplumsal çevreye olumsuz etkileri asDemokratik bir enerji programı Demokratik enerji programı, emeğin tarihsel kazanımlarını, örgütlülüğünü ve sosyal devleti sermayenin çıkarları lehine yok eden; sağlık, eğitim dahil tüm alanları piyasaya açan neoliberal politikaların değiştirilmesini esas alır gari düzeyde tutularak ve azami ölçüde yenilenebilir kaynaklara dayalı, etkin ve verimli olarak teminini, iletimini ve dağıtımını hedeflemelidir.
KAMUCU BİR DÖNÜŞÜM İÇİN NE YAPMALI?
Yeşil bir çevre, mavi bir gökyüzü, yaşanabilir bir doğa için, toplum çıkarları doğrultusunda, adaletli ve demokratik enerji politika ve uygulamaları toplumsal dönüşüm program be uygulamalarının ayrılmaz bir parçasıdır.
Ülkemizin yıllardır boğuştuğu sorunları aşmak ve ekonomik krizden mümkün olan en çabuk şekilde ve en az hasarla çıkabilmek için; yurttaşların ve toplumun vazgeçilmez gereksinimlerinin karşılanmasında kamu mülkiyeti, kamusal hizmet ve toplumsal yarar esaslarını temel alan demokratik bir planlama ve toplumsal kalkınma perspektifi ile kamucu, toplumcu bir programın uygulanması gereklidir. Kamu işletmelerinde şeffaflığın hakim olması, çalışanların karar alma süreçlerinde ve denetimde etkin olmalar, sendikal örgütlenmenin yaygınlaşması vb. vasıfları olacak yeni ve farklı bir kamu yapılanması, yatırımların planlı bir şekilde gerçekleştirilmesine imkân vereceği gibi, hizmetin niteliğini de artıracaktır.
Toplum yararını gözeten kamucu ve demokratik bir dönüşümün etkin bir unsuru olan demokratik enerji politikalarını ve programını önce hayal etmeliyiz. Kimse hayallerimize ket vuramaz. Sonra tasarlamak, kurgulamak, geliştirmek ve uygulamak için yoğun bir şekilde çalışmalıyız. Demokratik enerji programı, emeğin tarihsel kazanımlarını, örgütlülüğünü ve sosyal devleti sermayenin çıkarları lehine yok eden; sağlık, eğitim dahil tüm alanları piyasa uygulamalarına açan neoliberal politikaların değiştirilmesini esas almaktadır. Emeği en yüce değer sayan, siyasal, ekonomik, sosyal yönleriyle bütünlüklü, toplumcu bir demokratikleşme siyasal programının, eşit, özgür, adil bir topluma ve bağımsız ve demokratik bir ülkeye ulaşma mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır.
***
ENERJİDE NASIL BİR DÖNÜŞÜM?
Enerjinin üretiminde ve tüketiminde köklü bir dönüşüm sağlanmalıdır. Bunun için de pek çok alanda radikal adımlar atılmalıdır. Bu adımlar şunlar olabilir:
İLK ADIM VERİMLİLİK
- Enerjinin tüm tüketim alanlarında daha verimli kullanılmasını sağlayacak politika ve uygulamalar yürürlüğe konulmalı, demokratik bir planlama anlayışı ve uygulamasıyla toplumun gerçek ihtiyaçlarının karşılanması temel olmalıdır. Kapitalizmin gereksiz tüketim, sürekli yeniden üretim sarmalının tetiklediği, genel olarak tüm enerji kaynaklarının, özel olarak işlevsel olmayan elektrik tüketiminin körüklenmesi anlayışından uzak durulmalıdır.
- Bakım, onarım, rehabilitasyon ve yenileme çalışmaları ile mevcut elektrik üretim tesislerinin verimleri ve kapasite kullanım oranları yükseltilmelidir. İletim ve dağıtım şebekelerinde de yenileme yatırımları ve yeni yatırımlarla teknik kayıplar azaltılmalıdır. Bu şebekeleri işleten kurumların teknik altyapıları, yazılım ve donanımları geliştirilmeli, yetişmiş ve liyakatlı kadrolar istihdam etmelerine imkan sağlanmalıdır.
- Bundan böyle, yeni elektrik enerjisi ihtiyaçlarının karşılanmasında, karbonsuzlaşma hedefi doğrultusunda; enerji üretim tesislerinin kamusal bir planlama anlayışı içinde, esas olarak rüzgâr, güneş vb. yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı ve toplum çıkarlarını gözetir biçimde kurulması temel olmalı. Büyük ölçekli rüzgâr ve güneş santralları, kurulacakları bölgede istihdamı artıracak ve cinsiyet eşitliğini de sağlayacak toplumsal kalkınma projeleri olarak ele alınmalıdır. Karasal GES’ler, RES’ler verimli arazilere, yeşil alanlara, ormanlara değil çorak tepelere kurulmalıdır. Yurttaşların kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere geliştirecekleri dağıtık enerji uygulamaları ve enerji kooperatifleri desteklenmelidir.
Düşük hızlarda esen rüzgârla da elektrik üretebilen türbinlerin gelişiminin yanı sıra, fiziki coğrafyada yaşanan değişiklikler, büyüyen ve yeni kurulan yerleşimler de dikkate alınarak Türkiye’nin, güncel karasal ve deniz üstü rüzgâra dayalı elektrik üretim potansiyeli belirlenmelidir.
Denizlerde kurulabilecek RES’lerde ise daha yola bile çıkılmamıştır. İlgili tüm kesimlerin katılımıyla deniz üstü RES’lerle ilgili bir yol haritası ve strateji belgesi hazırlamalıdır. Bugün yalnız yüzde 3’ü değerlendirilen güneşe dayalı elektrik üretim potansiyelinin değerlendirilmesi için, güneş enerjisi karşıtı yaklaşım devre dışı bırakılmalı ve kadim bir güneş ülkesi olan ülkemizde en yüksek düzeyde yararlanılmalıdır.
Yeni kurulacak santralların ve bakım-rehabilitasyon-yenileme çalışmaları yapılan tesislerin enerji ekipman ihtiyaçlarının yurtiçinden imal ve temini esas olmalıdır.
2020 yılı geçici verilerine göre 305,5 milyar kWh olan yıllık elektrik üretiminde özel sektörün payı yüzde 81,7’dir. Özellikle arz güvenliğinde kamusal ağırlığın oluşması ve elektrik fiyatlarında olası manipülasyonları önlemek için, gerek kurulu güç dengesi gerek üretim miktarı açılarından üretim altyapısında da kamunun ağırlık kazanması şarttır. Kamu elindeki santralların özelleştirilmesi durdurulmalı, özeller de kamulaştırılmalıdır. Neden oldukları salımları ve çevre kirliliğini azaltmayan santrallarla, kömür rezervleri tükenen veya dışsal maliyetleri yüksek olduğu için kömürün çıkarılmasından vazgeçilecek sahalarda bulunan santralların faaliyetlerine son verilmelidir.
Yaygınlaşan kuraklık, yağış rejimlerinde değişiklikler vb. etkenleri dikkate alan, içme suyu, tarımsal sulama ve sonra enerji amaçlı bir su yönetim politikası ile hidroelektrik potansiyel akılcı bir şekilde değerlendirilmelidir.
Kapitalizmin Yeşil Yalanları-4
Yeşil dönüşüm: Dönüşümün adaleti
Bengisu ÖZENÇ
BirGün Gazetesi, 06 Ocak 2022
https://www.birgun.net/haber/yesil-donusum-donusumun-adaleti-372068
Bengisu Özenç*
İklim tartışmalarının popülerleştiği bir dönemi yaşıyoruz. Bunun tek nedeni elbette “iklim krizi” ifadesinin ortaya çıkmasına neden olan yıkıcı etkilerin artık daha sık görülüyor olması değil. Çekingen haliyle “düşük-karbonlu” ya da daha iddialı haliyle “net-sıfır” ekonomiye geçiş, küresel olarak içinde bulunduğumuz “sürekli durgunluk” karşısında yeni bir ekonomik büyüme/kalkınma modeli olarak çerçevelenmiş ve ana akımlaşmış durumda. Bu politikaların ana motivasyonunu oluşturan Paris Anlaşması’nın 1,5⁰C hedefine erişilebilmesi için izlenmesi gereken patika oldukça iddialı adımların ivedilikle atılmasını gerektiriyor. Uluslararası Enerji Ajansı tarafından bu doğrultuda hazırlanan ve 2050 itibarıyla net-sıfır emisyon hedefi çerçevesinde bir enerji sektörü yol haritası sunan rapordan örnek verilecek olursa, 2020 yılı itibarıyla yeni kömür yatırımı yapılmaması, 2040 yılına kadar da küresel olarak kömürden çıkılması gerekiyor.
Yüzyıl ortası itibarıyla net-sıfır hedefi almış ülkelerin sayısı hızla artıyor. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi sekretaryasının 31 Ekim 2021 tarihinde yayımlamış olduğu sentez raporunda yeni ulusal katkı beyanı bildirmiş olan 113 ülkenin 70’inde yüzyıl ortası civarında net-sıfır olma hedefinin yer aldığı tespit edilmiş. Her ne kadar bu yönde gelişmeler iklim hedefleri açısından umut verici olsa da ara hedeflerin eksikliği ve somut adımların yokluğu, esasında iklim değişikliği mücadelesinin 30 yıl kadar daha erteleniyor olduğu yorumlarına yol açıyor. Zira 2021 yılı itibarıyla küresel sıcaklıklardaki ortalama artış 1,2 ⁰C’yi bulmuşken ve mevcut politika ve eylemler bizi yüzyıl sonu itibarıyla 2,7⁰C artışa doğru taşımaktayken, ancak verilen sözlerin tamamının uygulanması durumunda 1,5⁰C’yi sınırlı aşım şartı ile iklim hedeflerini yakalayabilecek gibi duruyoruz. Bu noktada “verilen sözler” ile ifade ettiğimiz çerçevenin henüz ülkelerin ulusal politikalara yansımamış, kanunlaşmamış, “2050 net-sıfır olma hedefi” gibi muğlak ve genel ifadelerden de oluştuğunu söylemekte fayda var. Bu nedenle de iyimser senaryonun fazlasıyla iyimser olduğu aşikar.
GELİR VE KRİZDEKİ ADALETSİZLİK
Tarihsel olarak baktığımızda iklim değişikliğinde sorumluluğun eşitsiz bir şekilde dağıldığını ve mevcut gelir adaletsizliğinin de bu dağılımı desteklediğini görüyoruz. Her ne kadar yıllık emisyonlarda Çin’in küresel payı yüzde 30 olsa da Sanayi Devrimi’nden bu yana tarihsel emisyonların %62’sinden Kuzey Amerika ve Avrupa sorumlu. Sadece ABD ve AB’nin tarihsel payı ise neredeyse yüzde 50. Bu eşitsiz sorumluluk dağılımını yalnızca ulusal sınırlarla tarif etmek mümkün değil. Genel bir gelir adaletsizliği yaklaşımıyla değerlendirecek olursak, en yüksek gelirli yüzde 1’lik kesimin kişi başına emisyonlarını yükselttiği (2015 yılında 1990 seviyesine göre yüzde 25) ve 2030 yılına gelindiğinde bu kesimin emisyonlarının 1,5⁰C hedefi için yakalanması gereken seviyenin 30 katı daha yüksek olacağı bir öngörüde, düşük gelirli yüzde 50’lik kesimin emisyonlarının ise hala hem ortalamanın hem de 1,5⁰C hedefinin altında olacağı hesaplanıyor.
Yalnızca krizin sorumluluğu değil, etkileri de adaletsiz dağılıyor. Krizin yükü, aşırı hava olayları karşısında en kırılgan durumda olan, bu etkilerden kaçınma, korunma ya da sonuçlarıyla başa çıkma imkanlarından, fiziksel ve finansal açıdan yoksun olan ülkeler ve toplum kesimleri üzerine yükleniyor. Küresel sistemin bu mevcut adaletsizlikleri gidermek üzere ele alınabilecek mekanizmaları (örn. kayıp ve zararların giderilmesine yönelik mekanizma) hayata geçirmek konusundaki isteksizliği, iklim adaletsizliğinin yeniden yaratıldığı ve çoğaltıldığı bir düzen anlamına geliyor.
İklim adaletine ilişkin bir diğer boyut ise, şaşaalı net-sıfır hedefleri doğrultusunda alınması gereken acil ve kapsamlı önlemlerin, yani düşük-karbonlu dönüşüm dediğimiz değişimin yükünün yine daha kırılgan ülkelerin ve toplum kesimlerinin omuzlarına binmesi. Örneğin, kömürden çıkışın gerçekleşmesi durumunda, madenlerdeki ve termik santrallerdeki istihdam imkanlarının kaybolmasının özellikle kömür bölgeleri açısından önemli bir sorun teşkil etmesi bekleniyor. Bu durumda dönüşümü, bir yandan iklim hedefleriyle uyuşmayan, diğer taraftan da piyasa koşullarında gerçekleşecek ve adaletsizliği pekiştirecek bir ağır-aksak dönüşüm olarak değil, mevcut ve dönüşüm kaynaklı doğması beklenen adaletsizlikleri ortadan kaldıracak şekilde tasarlamak önem taşıyor.
2030’A KADAR KÖMÜRE SON VEREBİLİRİZ
Kömür tartışmasından devam edecek olursak, Türkiye’de kömürden çıkışın 2030’a kadar mümkün olabileceğini gösteren teknik çalışmaların sayıları giderek artıyor. Hatta piyasa koşullarına bağlı olarak, tahrip edici, kontrolsüz bir çıkışın Zonguldak gibi bölgelerde hali hazırda gerçekleştiğine şahit oluyoruz. Zonguldak, sahip olduğu zengin taşkömürü kaynağı nedeniyle bir kömür ekonomisi merkezi olarak, bir yandan sanayi bölgelerine elektrik sağlayan (ürettiği elektriğin yüzde 85’i bölge dışındaki talebi karşılıyor), diğer yandan da bu üretimin olumsuz sağlık ve çevresel etkilerini üstlenen bir durumda. Covid-19 salgınının ilk günlerinde alınan sokağa çıkma yasağı kararlarındaki “30 büyükşehir ve Zonguldak” ifadesini herhalde herkes hatırlayacaktır. Zonguldak’ta, Türkiye’nin genelinde olduğu gibi, kömürdeki istihdam daralıyor, ancak alternatif istihdam alanlarının ortaya çıkmaması işsizliği beraberinde getiriyor. Ağırlıklı olarak genç ve eğitimli nüfus bölge dışına göç ederken, göç etme nedenleri arasında birinci sırada işsizlik, ikinci sırada ise hava kirliliği geliyor.
DÖNÜŞÜMDE ADİL BİR GEÇİŞ MÜMKÜN
Kömürden bu kontrolsüz çıkışı, iklim hedefleriyle uyumlu, planlı ve adaletli bir hale getirebilmek için öncelikle dönüşümün muhtemel etkisinin kapsamını anlamak gerekli. Bu yönde önemli bir arka plan çalışması Sevil Acar ve Simay Karakaya tarafından yapılan “Türkiye’de Kömüre Dayalı İstihdamın ve Ekonominin Analizi” başlıklı raporda bulunabilir. Bu raporu tamamlayacak bir başka çalışma ise Efşan Nas Özen tarafından yürütülüyor ve “Kömüre Dayalı İstihdamdan Çıkış: Sorun Alanları ve Çözüm Önerileri” başlığı ile yakın zamanda yayıma hazırlanıyor. Bu çalışmadaki bulgular kömürden çıkışın ekonomik olarak anlamlı olduğunu, sektördeki mevcut istihdamın yapısının ise Türkiye’nin genel istihdam yapısından önemli ölçüde farklı olmadığını gösteriyor. Yani, kömür istihdamındaki kayıpları telafi etmeye yönelik politikalar, aslında Türkiye’nin genel işsizlik sorununu çözmeye yönelik politikalarla yüksek oranda benzer ve aynı planlamanın bir parçası. Cinsiyet eşitsizliğinin, çocuk işçiliğinin ve iş kazası meslek hastalıklarının yüksek olduğu bir sektörden çıkış, doğru tasarlandığında adil olarak gerçekleşebilir. Bunu başarabilmek için ise öncelikle bir hedef alınması ve bu hedefe yönelik katılımcı bir planlama sürecinin yürütülmesi gerekli.
*Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği Direktörü
Kapitalizmin Yeşil Yalanları-5
Sermayeye dur deme zamanı
Oğuz TÜRKYILMAZ
BirGün Gazetesi, 07 Ocak 2022
https://www.birgun.net/haber/yesil-donusum-donusumun-adaleti-372068
Sermayeye dur deme zamanı
OĞUZ TÜRKYILMAZ
Enerji üretiminde doğaya, fiziki ve toplumsal çevreye olumsuz etkilerin olabilir en düşük düzeyde tutulması temel bir ilke olmalıdır. Fosil yakıtlara dayalı enerji tüketiminin ve karbon salımlarının azaltılması için, yerleşimler ve yapılarda, sanayide ve ulaşımda radikal değişikliklere yönelmek, bilimsel ve teknolojik çalışmaları toplum çıkarları doğrultusunda yoğunlaştırmak için yeni yapılanma ve kurumsallaşma zorunludur.
YERLEŞİMLER, YAPILAR
Yapılarda ısınma amaçlı fosil yakıt kullanımının azaltılması için:
- Tüm binalar ve yapılar, ısınma ve soğutma ihtiyaçlarını ve ısı kayıplarını asgariye indirecek mimari özelliklere, yapım kurallarına ve güneşten azami ölçüde yararlanmalarına imkân verecek güneş mimarisi esaslarına uygun olmalıdır.
- İmar planlamaları ve düzenlemelerde kentsel yerleşimler, güneşten azami ölçüde yararlanmaya olanak verecek şekilde konumlanmalıdır. Mevcut bina stokunda, mimarisi uygun olan tüm binalarda ve yeni inşa edilen tüm yapılarda sıcak su eldesi için güneş panelleri uygulaması zorunlu olmalıdır. Yapıların ortam (toprak, su, hava) ısısından yararlanmalarını sağlayacak ısı pompaları kullanılmalıdır.
- Tüm fabrikalarda, stadyumlarda, terminallerde ve büyük binalarda çatılara, yerleşimlerde ölü alanlara güneş panelleri konulmalıdır. Karayolları ve demiryollarının aydınlatılmasında güzergâh üzerinde kurulacak güneş panellerinden yararlanılmalıdır.
- Jeotermal kaynaklar bölgesel ısıtma için, çevre koruyucu tüm önlemler alınarak, azami ölçüde değerlendirilmelidir.
- Yeni yapılarda yalıtım standartları yükseltilmeli, mevcut yapı stokunda yalıtım çalışmalarına ağırlık verilmeli, konutlarda oturanların yalıtım yapabilmeleri için kamu kaynaklarından destek sağlanmalı, KDV yüzde bire indirilmelidir. Enerji verimliliği yüksek elektrikli ev aletlerinin vergileri (ÖTV, KDV) düşürülmelidir.
SANAYİ
Sanayileşme strateji ve politikalarında; yoğun enerji tüketen, eski teknolojili, çevre kirliliği yaratabilen sanayi sektörlerden (çimento, seramik, elektrik ark ocağı esaslı demir-çelik, tekstil vb.) vazgeçilmelidir. Ülkenin mevcut ve gelecek ihtiyaçlarını planlama anlayışı ve kurgusu ile ele alan, enerji tüketimi düşük, ithalata değil, yerli tasarım, mühendislik, ham madde, ara mal ve nihai ürün üretimine dayalı, karbonsuz veya düşük karbonlu sektörlerin geliştirilmesine öncelik verilmelidir. Öncelikli sektörler, bu sektörlere girdi tedarik eden sektörlerle birlikte bir bütünlük içinde geliştirilmelidir.
Ülkemizin en büyük ihracat pazarlarından olan AB’nin yanı sıra birçok ülkede mal alımlarında karbon denetimlerine başlanacağı ve AB’nin ürün ithalatında sınırlarda karbon vergisi uygulayacağı dikkate alındığında, karbon vergisini yurt içi sanayi üretiminde de uygulayarak, sınai tesislerin yenilenebilir kaynaklara yönelmeleri ve fosil yakıtlardan uzaklaşmaları sağlanmalıdır. Toplanan karbon vergileri de, yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirmek için kullanılmalıdır.
ULAŞIM
Ülkede tüketilen toplam enerjinin beşte biri ulaşım sektöründe kullanılmaktadır. Diğer tarafta, Türkiye’nin birincil enerji kaynakları arzında yüzde 28,70’lik payı olan, tüketimin yüzde doksanından fazlası ithalatla karşılanan ve yakın geçmişte her sene ithalatına 25 milyar dolardan fazla para ödediğimiz petrolün üçte ikisinin ulaşım sektöründe kullanıldığı ve enerjide dışa bağımlılığın en önemli nedenlerinden birinin karayollarındaki milyonlarca aracın yakıt tüketimi olduğu da akıllardan çıkarılmamalıdır. İthal fosil yakıtlara bağımlılığın ve karbon salımlarının azaltılması için, ulaşım ve lojistik politikalarında çok ciddi değişiklikler gereklidir. Türkiye’de 13,6 milyon otomobil, 4,1 milyon kamyonet, 2 milyon traktör, 2,7 milyon motorsiklet, 882 bin kamyon olmak üzere toplam 25,1 milyon adet aracı elektrikliye çevirmek gibi, büyük mali kaynakları gerektirecek ve uzun yıllar alacak hayalci yaklaşımlar bir kenara koyulmalıdır. Yüksek dizel yakıt tüketimi olan iş makinaları, şantiye tipi ağır hizmet kamyonları ve kent içi ulaşımda kullanılan otobüs filosunun elektrikliye dönüştürülmesi, bu gruplarda elektrikli araçların ağırlık kazanması hedeflenmelidir.
Özel oto sahipliğini özendiren bireysel taşıma sistemleri yerine, kent içi ulaşımda, yürüyüş ve bisiklet yollarını, elektrikli raylı toplu taşımacılığı, kentler arası ulaşım ve lojistikte raylı sistemleri ve deniz taşımacılığını başat hale getirecek politika ve uygulamalara bir an önce yönelmek zorunludur. Üç tarafı denizlerle kaplı ülkemiz, Cumhuriyet’in ilk dönemlerindeki gibi, yüzünü tekrar denizlere dönmelidir. Yurttaşlar, denizlerden, dinlenme, eğlenme amaçlarıyla azami ölçekte yararlanabilmeli; sahil kentlerinin semtlerini, kent ölçeğinde kentleri birbirleri ile bağlayan düzenli deniz ulaşımı hizmetleri tesis edilmeli ve denizlerin ekonomik ve toplumsal yaşamdaki yeri ve işlevi artırılmalıdır.
BİLİM, TEKNOLOJİ, AR-GE
Bilim ve teknoloji politikaları, çok boyutlu olarak ele alınması gereken bir alan. İnsanın doğa ile ilişkilerinde ve doğayı tanımasında ve dönüştürmesinde, kurucu bir işlevi var. Aynı zamanda, sınıflara bölünmüş bir dünyada sınıflar arası mücadelenin ve emperyalist bağımlılık ilişkisinin temel alanlarından birini oluşturuyor. Dolayısıyla emekten yana ve ayakları yere basan bir bilim ve teknoloji politikası, insan toplumlarının doğayla- ve bu arada insanın kendi doğasıyla- daha bütüncül ve sürdürülebilir bir ilişki içinde örgütlenmesini tarif etmeli. Bununla birlikte, emperyalist bağımlılık zincirinin kopartılması için gerekli olan adımları da içermeli.
Toplum ve teknoloji ilişkisini değerlendirirken, toplumun yapısal özelliklerini dikkate almayan, belirleme ilişkisini tek yanlı olarak teknolojiden topluma doğru kuran teknolojik determinizm kabul edilemez. Önerilen teknolojiler, uygulanacakları toplumun özgün niteliklerini, yapısal özelliklerini dikkate almalı ve aynı zamanda emekten yana bir toplumsal yapı ve dönüşüm politika ve uygulamalarının etkin bir mekanizması işlevine sahip olmalıdır. Aksi durumda, fosil yakıtların sadece sonuçlarını hedefleyen tekno-kapitalist yöntemler sorunları çözmeyecek ve umutsuzluğu arttıracaktır.
Bu bağlamda, başta güneş ve rüzgâr olmak üzere tüm yenilenebilir enerji kaynaklarının daha verimli kullanılması, bu kaynaklara dayalı enerji üretiminde kullanılan makina ve ekipmanların yurt içinde üretilmesi için teknik destek verilmesi, teknoloji geliştirme ve inovasyon çalışmalarının desteklenmesi, ölçüm ve belgelendirme hizmetlerinin verilmesi vb. çalışmaları yapmak üzere TUBİTAK’ın enerji ile ilgili birimleri, üniversitelerin ilgili enstitü ve merkezleri, kamuya ait ve özel kuruluşların enerji Ar-Ge birimleri, ortak bir kurumsal çatı yapı içinde yer almalıdır. Böylece bilgi ve deneyim aktarılmasına imkân verilmeli, eşgüdüm ve işbirliği içinde yapılacak çalışmaların yaratacağı sinerjiden yararlanılmalıdır.
Dünya ölçeğinde hidrojenden enerji kaynağı olarak yararlanma amacıyla yürütülen çalışmalar dikkatle izlenmeli, yeşil hidrojen üretimi için bilimsel ve teknik çalışmalar yapmak, yaptırmak üzere Hidrojen Enstitüsü kurulmalıdır. Enerji depolama ve batarya teknolojileri üzerinde çalışacak bir merkez oluşturulmalıdır. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) yeniden faal hale gelmeli, Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu (TENMAK) yalnız madencilik üzerinde yoğunlaşmalıdır. Bütün bu kurumsal yapılarda, işlevsel demokratik katılım mekanizmaları bulunmalı ve idari ve bilimsel özerklik tanınmalıdır
SONUÇ
Şimdi, uzun yıllardır izlenen ve artık tıkandığı, başarısız olduğu ayan beyan ortada olan; özelleştirme, piyasalaştırma esaslı, sermaye yanlısı politikaların son bulması için, bu politikaları uygulayan emek karşıtı iktidarlara dur demenin zamanıdır.
Şimdi, enerji, sağlık, eğitim vb. kamu hizmetlerinin, kamu kuruluşları eliyle, demokratik kamusal planlama anlayışı ile verilmesine dayalı, emek yanlısı toplumcu politikaları, kurumsallaşmayı ve işleyişi tasarlamanın ve uygulamanın zamanıdır.