EKONOMİ-POLİTİKAMÜCADELE TARİHİTARİH

Sosyal demokrasi- 4 yazı_ Örsan K. ÖYMEN_ Cumhuriyet Gazetesi, 11 Temmuz 2022 Pazartesi

Sosyal demokrasi-1

Örsan K. ÖYMEN

Cumhuriyet Gazetesi, 11 Temmuz 2022 Pazartesi

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orsan-k-oymen/sosyal-demokrasi-1956661

 

İdeolojiler, belli bir ideolojiyi savunan kişilerin eylemleri üzerinden değil, kavramlar ve kuramlar üzerinden anlaşılmaya çalışılmalıdır.

Örneğin, kendilerini komünist olarak tanımlayanların yapıp ettikleri üzerinden komünizm üzerine, kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayanların yapıp ettikleri üzerinden sosyal demokrasi üzerine bir değerlendirme yapılamaz.

Vladimir Lenin, Leon Troçki, Fidel Castro, Mao Zedong, Ho Chi Minh, Josef Stalin, Kim İl-Sung gibi siyasetçiler ve liderler kendilerini komünist olarak tanımlamış olsalar da, sık sık Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in geliştirdiği komünizm kuramından uzaklaşmışlardır. Komünizmi, söz konusu siyasetçilerin ve liderlerin uygulamaları üzerinden tanımlamak, komünizmi anlamamak demektir.

Hatta Engels’in kendisi bile, babasının sahibi olduğu ve işçilerin sömürüldüğü fabrikalarda uzun yıllar yönetim kademesinde çalışmak zorunda kalarak kendi savunduğu kuramlarla çelişki içine düşmüştür.

Engels’in bu çelişkisi üzerinden, kendi geliştirdiği komünizm kuramı eleştirilemez. Kavramlara, kuramlara ve akıl yürütmelere karşı eleştiriler, yine kavramlar, kuramlar ve akıl yürütmeler üzerinden gerçekleştirilebilir.

Sosyal demokrasiye önemli kavramsal ve kuramsal katkılarda bulunan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin önde gelen kuramcılarından Eduard Bernstein’ın ve Karl Kautsky’nin, bazı konularda aldıkları yanlış kararlar ve emperyalizm sorunu konusundaki hatalı analizleri üzerinden, sosyal demokrasi kuramı da toptan eleştirilemez.

Bu aynı zamanda mantık biliminin de temel ilkelerinden birisidir. Geliştirilen bir akıl yürütmeye karşı akıl yürütmek ve çıkarım yapmak yerine, o akıl yürütmeyi geliştiren kişiyi karalamak, damgalamak ve bunun üzerinden o kişinin akıl yürütmesini çürütmeye çalışmak, ad hominem yanılsaması olarak bilinir.

***

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce sosyal demokrasi, komünizm gibi sınıfsız toplumu hedefliyordu ve üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı çıkıyordu. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi, 1917 yılında Lenin’in öncülüğünde sosyalist-komünist devrimi gerçekleştirdi. Bu parti daha sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne dönüştü.

Lenin devrimi savunurken, Bernstein evrimi ve çok partili parlamenter sistem aracılığıyla sınıfsız topluma geçilmesini savunuyordu. Bernstein, devrimin sancılı bir süreç olmasından dolayı karşıdevrim sürecine yol açacağını, bunun da işçi sınıfının çıkarlarına aykırı olduğunu, sosyalizme adım adım ilerlemenin daha gerçekçi bir yol olduğunu düşünüyordu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise sosyal demokrasi, sınıfsız toplum modeli yerine, sınıflar arası uçurumu asgari düzeye çekmek; üretim araçlarında özel mülkiyeti ortadan kaldırmak yerine, özel sektöre alternatif güçlü bir kamu sektörü oluşturmak, bu anlamda karma ekonomik modeli uygulamak; daha çok kazanandan daha fazla vergi almak, düşük gelirli kesimin vergi yükünü azaltmak; işçinin işveren karşısındaki haklarını koruyan sendikaları desteklemek ve güçlendirmek; herkese ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmetleri vermek gibi yöntemleri benimsedi. Bu süreçte sosyal demokrasi, kapitalizm ile komünizmin bir sentezine dönüştü ve komünizmden daha da uzaklaştı.

İsveç Sosyal Demokrat Partisi’nin lideri Olof Palme ve Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin lideri Willy Brandt, bu ilkeleri Avrupa’da uygulamaya koyan önemli siyasetçiler arasında sayılabilirler.

***

1960’lı ve 1970’li yıllarda Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin savunduğu bu ilkeler, CHP’nin kurucusu ve ilk genel başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün savunduğu ilkelerle büyük benzerlikler taşıyordu. Atatürk’ün, 1920’li ve 1930’lu yıllarda halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle ve karma ekonomik model uygulamasıyla, Batı Avrupa’da 1960’larda ve 1970’lerde gelişen sosyal demokrasiyi öncelediği söylenebilir.

CHP’nin “altı ok” olarak da bilinen ilkelerini, 1970’lerden itibaren demokratik solculuk ve sosyal demokrasi ile tamamlaması, yapay bir eklemleme değil, tarihsel süreçle gelişen organik bir bütünleşmedir.

Bunun aksini savunarak CHP’nin bölünmesine hizmet eden iki kesim ise “ikinci cumhuriyetçi” neoliberaller ve Batıfobik Avrasyacılardır!

 

Sosyal demokrasi, kapitalizm ve emperyalizm-2

Örsan K. ÖYMEN

Cumhuriyet Gazetesi, 18 Temmuz 2022 Pazartesi

 https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orsan-k-oymen/sosyal-demokrasi-kapitalizm-ve-emperyalizm-1959173

 

Emperyalizm, kapitalizmin küreselleşmiş halidir. Kapitalizme karşı mücadele vermeden emperyalizme karşı mücadele verilemez. Antiemperyalist mücadele tek başına milliyetçilik ve jeostratejik hesaplar üzerinden yürütülemez.

Emperyalizm toprakların işgal edilmesine, antiemperyalizm de toprakların işgal edilmesine karşı çıkılmasına indirgenemez. Emperyalizm bir ülkeyi, kamu kurumlarını özelleştirerek, sendikaları edilginleştirerek, ekonomik ve sosyal adaleti ortadan kaldırarak, dinci ve ırkçı cehaleti iktidara getirerek, laikliği yok ederek, bilimi, felsefeyi, sanatı dincilikle asimile ederek de işgal eder.

Kapitalizmin antitezi komünizm olduğuna göre, emperyalizme karşı mutlak bir mücadele ancak komünizm ile olanaklıdır. Ancak bugüne kadar Karl Marx’ın geliştirdiği komünizm kuramını ve sınıfsız toplum modelini uygulayabilmiş tek bir devlet olmamıştır.

Marx’ın kuramından esinlenen bazı devletlerin, Marx’ın hedeflediği sınıfsız, sömürüsüz ve yabancılaşmamış toplum idealine ulaştıkları söylenemez. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Küba ve Doğu Avrupa’daki Varşova Paktı ülkeleri bunlara dair örnekler arasında sayılabilir.

***

1950’li yıllardan itibaren sosyal demokrasi Marx’tan uzaklaşarak kapitalizm ile komünizmi sentezledi. Sosyal demokrasi sınıfsız toplum yerine, sınıflar arası uçurumu asgari düzeye çekmeyi; üretim araçlarında özel mülkiyeti ortadan kaldırmak yerine, özel sektöre alternatif güçlü bir kamu sektörü oluşturmayı ve karma ekonomik modeli uygulamayı; daha çok kazanandan daha fazla vergi almayı, düşük gelirli kesimin vergi yükünü azaltmayı; işçinin işveren karşısındaki haklarını koruyan sendikaları güçlendirmeyi; herkese ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmetleri vermeyi hedefledi.

Bu model, 1920’lerde ve 1930’larda Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’de uyguladığı halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle ve karma ekonomik model ile büyük benzerlikler taşıyordu.

Dünyadaki sosyal demokrat, demokratik sosyalist ve demokratik sol partileri bir araya getiren Sosyalist Enternasyonal, 1951 yılında Almanya’nın Frankfurt kentinde gerçekleştirdiği birinci kongresinde, örgütün kuruluş deklarasyonunun 7. maddesinde, “Demokratik sosyalizm emperyalizmin her türünü reddeder. Tüm insanların baskı altına alınmasına ve sömürülmesine karşı mücadele eder” ifadesine yer verdi.

Sosyalist Enternasyonal’in 1989 yılında İsveç’in Stockholm kentinde yapılan on sekizinci kongresinde kabul edilen “İlkeler Deklarasyonu”nun, 6-8, 34-35, 38-43, 79-80, 83-92. maddeleri, dünyada kuzey ve güney yarımküre arasındaki ekonomik ve sosyal uçurumlara dikkat çekti, yoksul ülkelerin ekonomik ve sosyal düzenlerinin geliştirilmesi için mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı. Aynı deklarasyonun 59. ve 60. maddeleri, karma ekonomik modeli önerdi.

Kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayan bazı sahte sosyal demokratların, neoliberal ekonomi anlayışıyla, emperyalist dış politikayla, din, mezhep ve etnik kimlik odaklı stratejiyle, sosyal demokrasiye darbe vurmaya çalışmaları, sosyal demokrasinin temel ilkeleriyle ve kavramlarıyla ilgili gerçeği ortadan kaldırmaz.

***

Sosyal demokrasinin, komünist olmayan Atatürk üzerinden eleştirilmesi bir saçmalık ve çelişkidir. Sosyal demokrasinin komünizm üzerinden eleştirilmesi ise doğaldır.

Komünistlerin birçoğu, sosyal demokrasinin, komünist devrimi geciktirmek veya olanaksız kılmak için kapitalizm tarafından geliştirilmiş bir model olduğunu savunurlar. Bu eleştiri, emekçi sınıfın, çalışma ve yaşama koşullarının sınırlı ölçüde geliştirilmesiyle yetineceğini ve komünizmden vazgeçeceğini varsaymaktadır. Oysa bu varsayım mutlak bir doğru olarak ortaya konamaz.

Ayrıca bunun mutlak bir doğru olduğunun komünistler tarafından ortaya konması bir çelişkidir. Çünkü emekçi sınıfın yeterli bulduğu bir düzeni, emekçi sınıfın adına yıkmayı hedeflemenin bir anlamı kalmaz.

Sosyal demokrasi, kapitalizmi ve emperyalizmi belli bir ölçüde engelleyecek bir ara çözüm yoludur; sınıfsız, sömürüsüz, yabancılaşmamış bir topluma doğru bir aşamadır.

Sosyal demokrasi ideal bir model değildir, ancak bugüne kadar uygulanmış modellerin içindeki en iyi modeldir.

 

Sosyal demokrasi ve komünizm- 3

Örsan K. ÖYMEN

Cumhuriyet Gazetesi, 25 Temmuz 2022 Pazartesi

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orsan-k-oymen/sosyal-demokrasi-ve-komunizm-1961585

 

Komünizm kuramını ayrıntılı ve sistematik bir biçimde ilk defa geliştiren filozof Karl Marx’tır.

Marx, Sanayi Devrimi’yle birlikte ortaya çıkan kapitalizmde, üretim araçlarının mülkiyetine sahip sınıfın, üretici işçi sınıfını sömürdüğünü ve sömürüye dayalı bu sınıflı toplum düzeninin kaçınılmaz olarak yıkılacağını, çünkü sömürüye dayalı sınıflı toplum düzenlerinin sürdürülebilir olmadığını, kapitalizmin tarihsel ekonomik koşulların zorunlu bir sonucu olarak, sosyalizme ve komünizme yol açacağını savunmuştu.

Marx’a göre sosyalizm ve komünizm, kapitalizmin aksine, sınıfların ve sömürünün var olmadığı, emekçilerin emeklerine, ürettiklerine ve kendilerine yönelik bir yabancılaşma yaşamadıkları bir toplum düzenidir.

***

Ancak 20. yüzyılda Marx’tan esinlenerek Rusya’da, Çin’de, Küba’da, Kuzey Kore’de, Vietnam’da gerçekleşen siyasi devrimler, Sanayi Devrimi’ni yaşamadan sosyalizme ve komünizme geçmeye çalıştılar. Bu ülkeler Marx’ın öngördüğü biçimde kapitalizmden komünizme değil, feodalizmden “komünizme” geçtiler.

Rusya’da çarlık, Çin’de hanedanlık, Kore’de ve Vietnam’da sömürgecilik, Küba’da diktatörlük düzenlerinin bu devrimler sayesinde yıkılması nedeniyle, bu devrimler ilericidir. Ancak söz konusu ülkelerde sosyalizme ve komünizme geçiş süreci, Marx’ın öngördüğü biçimde gerçekleşmedi. Marx sosyalist-komünist düzene, Britanya, ABD, Hollanda, Belçika, Fransa, Almanya gibi sanayileşme sürecine giren ülkelerde geçileceğini savunuyordu.

Sosyalist-komünist olduğunu iddia eden ülkelerde, toplumcu bir çerçevede, eğitim, sağlık, kültür, sanat, bilim, teknoloji gibi alanlarda önemli gelişmeler gerçekleşmiş olsa da Marx’ın sözünü ettiği sömürüsüz, sınıfsız ve yabancılaşmamış bir toplum modeli de hiçbir zaman sağlanamadı. Aynı durum Doğu Avrupa’daki eski Varşova Paktı üyesi ülkeler için de geçerlidir.

Sosyalist-komünist olmak iddiasındaki bu ülkelerde üretim araçları özel mülkiyet statüsünde olmadığı için, tüm üretim araçları devletin kontrolünde olduğu için, sermaye sınıfının emekçi sınıfı sömürmesi söz konusu değildi. Ancak bu ülkelerde, devleti yöneten bürokrasi sınıfı ile emekçi sınıf arasında bir çelişki oluşmuştu ve bu anlamda yine sömürüye dayalı sınıflı bir toplum düzeni vardı. Bu ülkelerde emekçi sınıf, ekonomik açıdan ezilen sınıf statüsündeydi.

Oysa Marx’a göre sosyalizm ve komünizm, emekçi sınıfı fakirliğe mahkûm eden, emekçi sınıfın emeğine, ürettiklerine ve kendisine yabancılaşmasına yol açan, bireyin toplumcu bir bilinçle kendisini gerçekleştirmesine engel olan bir düzen olamazdı.

***

Sınıfları ortadan kaldırmak yerine, sınıfların arasındaki uçurumu asgari düzeye çekmeyi hedefleyen, bunu da özel sektöre alternatif güçlü bir kamu sektörü oluşturarak, sendikal hareketleri güçlendirerek, daha çok kazanandan daha çok vergi alarak, herkese ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmeti sunarak sağlayan sosyal demokrasi, Avrupa’da bazı ülkelerde başarıyla uygulanmış bir modeldir.

1960’lı, 1970’li ve 1980’li yıllarda Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İsveç, Danimarka, Norveç ve Finlandiya gibi ülkelerde sosyal demokrat, demokratik solcu ve demokratik sosyalist partilerin iktidarda olduğu dönemlerde kurulan sistem sayesinde, bu ülkelerdeki emekçi sınıf, SSCB’deki, Çin’deki, Küba’daki, Vietnam’daki, Kuzey Kore’deki ve eski Varşova Paktı ülkelerindeki emekçi sınıftan daha iyi ekonomik ve sosyal koşullara sahipti.

Sosyal demokrasi, Marx’ın sözünü ettiği sosyalist-komünist model gibi ideal bir model olmasa da bugüne kadar uygulanabilir olduğunu kanıtlamış en adil modeldir.

***

Sosyal demokrasiye ihanet eden sahte sosyal demokratlar üzerinden genellemeler yapmak; şabloncu bir yaklaşımla, sosyal demokratları kategorik olarak emperyalizme ve kapitalizme hizmet etmekle suçlamak; kendi başarısızlıklarının faturasını sosyal demokrasiye çıkararak sorumluluktan kaçmak; sosyal demokratların da dünyanın dört bir yanında faşizm karşısında bedel ödediğini görmezden gelmek; monarşiyi, teokrasiyi ve feodalizmi yıkarak devrim yapan CHP gibi bir siyasi partiyi küçümsemek; bugüne kadar Türkiye’de sosyalist-komünist devrimi gerçekleştirmeyi başaramamış olan sosyalistlere ve komünistlere saygınlık kazandırmaz.

Sosyal demokrasi, Anti-emperyalist sosyal demokratlar- 4

Örsan K. ÖYMEN

Cumhuriyet Gazetesi, 01 Ağustos 2022 Pazartesi

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orsan-k-oymen/anti-emperyalist-sosyal-demokratlar-1964081

 

Bazı sahte sosyal demokratların eylemleri üzerinden, sosyal demokrasinin emperyalist düzenin parçası olduğuna dair iddialar sık sık ortaya atılsa da, bunun gerçeklikte bir karşılığı yoktur.

  1. yüzyılın başlarındaki sosyal demokrasi hareketinin öncüleri arasında yer alan Eduard Bernsteinve Karl Kautsky, Almanya’nın 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’na katılmasına karşı çıktılar, savaşa katılmayı destekleyen Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) yöneticilerini eleştirdiler, savaşa karşı çıkan Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi’ne (USPD) katıldılar.

1933 yılında, SPD’nin meclisteki milletvekilleri, Nazi Partisi lideri ve Başbakan Adolf Hitler’in meclisin onayına sunduğu ve başbakanın yetkilerini artıran “Yetkilendirme Yasası”na karşı oy kullandılar, SPD’nin lideri Otto Wels, mecliste bu yasa teklifini eleştirdi.

SPD yöneticileri ve milletvekilleri, yasanın meclisten geçmesinden kısa bir süre sonra tutuklandılar veya tutuklanmamak için ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar; Nazi Partisi meclisten geçen bu yasayla birlikte diktatörlüğünü tescilledi ve bir süre sonra SPD’yi kapattı.

***

Dünyadaki sosyal demokrat, demokratik sosyalist ve demokratik sol partileri bir araya getiren Sosyalist Enternasyonel’in, 1951 yılında Frankfurt’ta gerçekleşen 1. kongresinde kabul edilen kuruluş ilkelerinin 7. maddesinde şu ifade yer alır:

“Demokratik sosyalizm, emperyalizmin her türünü reddeder. Tüm insanların baskı altına alınmasına ve sömürülmesine karşı mücadele eder.”

Sosyalist Enternasyonel’in 1989 yılında Stockholm’de gerçekleşen 18. kongresinde kabul edilen “İlkeler Deklarasyonu”nun 6-8, 34-35, 38-43, 79-80, 83-92. maddelerinde, kuzey ve güney yarım küre arasındaki ekonomik ve sosyal uçurumlara dikkat çekilir, azgelişmiş ülkelerin ekonomik ve sosyal düzenlerinin geliştirilmesi için mücadele edilmesi gerektiği vurgulanır.

Aynı deklarasyonun 59. ve 60. maddeleri, karma ekonomik modeli önerir ve böylece özelleştirmeci ve neoliberal ekonomi politikalarına karşı çıkar.

***

İsveç Sosyal Demokrat Partisi lideri ve İsveç Başbakanı Olof Palme, Küba’da Fidel Castro ve Che Guevara’nın öncülüğünde gerçekleşen devrimden sonra Küba’yı ziyaret eden ilk Batı Avrupalı devlet yöneticisi oldu; ABD’nin Vietnam’ı işgal etmesine karşı çıktı; El Salvador ve Nikaragua’daki ABD destekli askeri diktatörlüklere karşı savaşan sosyalist gerilla hareketlerine maddi ve siyasi destek verdi.

Olof Palme’nin ABD emperyalizmine yönelik duruşu nedeniyle, ABD ve İsveç arasındaki diplomatik ilişkiler bir dönem askıya alındı.

Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin lideri ve Almanya Başbakanı Willy Brandt“Soğuk Savaş” yıllarında, NATO üyesi bir ülkenin başbakanı olduğu halde, ABD’den gelen tüm çatlak seslere rağmen, Varşova Paktı ülkeleriyle diyalog geliştirilmesi ve işbirliği yapılması gerektiğini savundu.

***

Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesine öncülük eden ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP); Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesine öncülük eden Mahatma Gandhi’nin bir dönem liderliğini yaptığı Hindistan Ulusal Kongresi (INC); İsrail işgaline karşı mücadele veren Filistin’deki el Fetih Partisi; Güney Afrika’da ırkçı rejimi yıkan Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Sosyalist Enternasyonel üyesi olan partilerdir.

Sosyal demokrasi Avrupa ile sınırlı bir hareket olmadığı gibi, ulusal kurtuluş mücadelelerine öncülük eden birçok parti tarafından da benimsenmiş bir akımdır.

1976 yılında Sosyalist Enternasyonel’e üye olan CHP, 1920’lerde, 1930’larda ve 1940’larda gerçekleştirdiği devrimlerle emperyalizme karşı mücadele vermiştir; 1970’lerde, afyon ekimi, Kıbrıs’a müdahale ve silah ambargosu konusunda ABD’ye meydan okumuştur; 1980 yılında ABD destekli darbeciler tarafından kapatılmıştır; 2000’lerde, Irak’ın ABD tarafından işgali sürecinde, 60 bini aşkın ABD askerinin Türkiye’de konuşlanmasını öngören “1 Mart tezkeresi”nin TBMM’den geçmesini engellemiştir.

Sosyal demokratları ve CHP’yi kategorik ve tümel olarak emperyalizme hizmet etmekle suçlamak, olgularla da, vicdanla da, dürüstlük ilkesiyle de bağdaşmaz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir