BİLİM YAZILARIBİLİM-TEKNOLOJİEKONOMİ-POLİTİKA

Türkiye’nin yeni bir bilim ve teknoloji politikasına ihtiyacı var_ Semih Akçomak_  sarkac.org_ 25 Nisan 2023

Türkiye’nin yeni bir bilim ve teknoloji politikasına ihtiyacı var – I

Semih Akçomak 

sarkac.org, 25 Nisan 2023

https://sarkac.org/2023/04/turkiyenin-yeni-bir-bilim-ve-teknoloji-politikasina-ihtiyaci-var-i/

Yaklaşık 5 yıl önce Türkiye’nin bilim, teknoloji ve yenilik politikasını değerlendirdiğim Sarkaç yazısını şöyle bitirmiştim:

Türkiye özgün bir ekonomik büyüme öyküsü yaratmak istiyorsa, Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal yapısını da teknolojiyle birlikte dönüştürecek politikalar tasarlamalı. Bu minvalde Türkiye hukukun üstünlüğü ilkesinin benimsendiği, demokrasinin temel unsurlarının süratle tesis edildiği bir iktisadi güven ve düşünce özgürlüğü ortamında devletin aktif olarak teknolojinin yönünü ve yayılma hızını belirlediği, çeşitliliği artıran ve devletin rolünün değişim karşısında sürekli yeniden tanımlandığı, çevreye duyarlı, misyon odaklı yeni bir sanayileşme anlayışı gütmeye çalışmalı.”

Beş yıl önce bıraktığımız yerden devam edelim: Türkiye nasıl bir bilim ve teknoloji politikası kurgulamalı?

Bu sorunun 5 yıl önceki yazıda yer alan “yenilik” ifadesini içermemesinin bir nedeni var. Mevcut teknolojik paradigmanın (yarı iletkenlere dayanan yenilikler) sönümlendiğini düşünüyorum. Bir teknolojik paradigma sönümlenirken yenilikler azalabilir ve kalitesi düşebilir. Önceki radikal ürün ve süreç yeniliklerinin küçük adımlarla geliştirildiği bir dönem yaşarız (örneğin, ilk akıllı telefon bir radikal ürün yeniliği, ama sonraki versiyonların her biri bir adımsal yenilik). Bu aslında bir sonraki paradigmanın hazırlığıdır. Yeni bir teknolojik paradigma, toplumun benimseyebileceği (ahlaki, kültürel değerler vb.) ve piyasanın kabul edebildiği ölçüde (iktisadi kararlar) yeni teknolojik bilginin bilim ve teknoloji altyapısından çıkmasıyla belirir.[1]

Bu nedenle önümüzdeki 10 yılda “yenilik politikasından” ve üründen öte “bilim” ve “teknoloji” politikası konuşmanın daha doğru olacağını düşünüyorum; eğer amacımız yarınları kurtarmaksa.

Bilim ve teknoloji faaliyetlerindeki konumumuzu ne kadar ilerlettik? 

5 yıl önceki yazı Türkiye’nin bilim, teknoloji ve yenilik üretiminde konumunu belirleyerek başlıyor.

“Türkiye, yeni bir teknolojik dönüşüm evresinde, göreceli zayıf ulusal yenilik (inovasyon)[2] sistemi ile kuvvetli küresel değer zincirleri arasına sıkışmış, katma değeri yüksek ürün ve hizmet üretmekte zorlanan, yüksek teknolojili ürün ve hizmet ihracatı yapamayan, katma değeri düşük teknolojilerde sıkışmış, bir diğer ifadeyle orta-teknoloji tuzağında bir ülke görüntüsü veriyor.”

Gelin bu tespitin ne kadar değiştiğine veriler eşliğinde bakalım. Tablo 1 seçili bilim, teknoloji ve yenilik göstergelerinde Türkiye’yi AB 27 ortalaması, Çin ve Güney Kore ile karşılaştırıyor. Tüm göstergelerde bir gelişme kaydettiğimiz görülüyor; özellikle mutlak rakamlar büyüyor (Ar-Ge harcaması, patentler, tam zamanlı Ar-Ge çalışanları vb.). Ancak bu rakamları diğer ülkelerle karşılaştırabilmek için ortak bir ölçekte buluşturunca gelişmenin sıradan olduğunu görüyoruz.

Tablo 1: Seçilmiş göstergelerde Türkiye’nin konumu

KaynakOECD Main Science and Technology Indicators, 2022, Issue 1.


*Yakın zamanda Ar-Ge harcamaları istatistikleri 
revizyon geçirdi. TUİK 2015 yılına kadar Ar-Ge harcama / GSYİH oranını güncelledi ancak bu güncelleme henüz burada kullandığımız kaynağa yansımamış. Güncellenen rakamlar 2015 yılı için %0,97 ve 2020 için %1,37’dir.

**Aynı patentin Avrupa, Amerika ve Japonya Patent Ofislerinde tescil edilmesi.

Türkiye %1,09’luk Ar-Ge harcamasının milli gelirdeki payı ve kişi başı Ar-Ge harcaması rakamlarında AB ortalamasının çok gerisinde kalıyor. Hatta Çin ve Güney Kore gibi son yıllarda hızla gelişen ekonomilerle karşılaştırdığımızda bile bu ülkeleri geriden yakalamaya çalıştığımız görülüyor. Türkiye’nin kimi benzer göstergelerdeki artış oranı (2015-2020 arası) AB27, Çin ve Güney Kore’den çok farklı değil (hatta kimi zaman daha düşük). Oysa, teknolojik bilgi sınırını yakalamak isteyen bir ülke diğerlerine kıyasla daha hızlı koşmalı. Örneğin, Tablo 1 sağ alt panelde Türkiye’nin triadic patentler (aynı patentin Avrupa, Amerika ve Japonya Patent Ofislerinde tescil edilmesi) içindeki payının oldukça düşük olduğunu (binde 1), ama daha önemlisi son beş yılda bir ivme yakalayamadığımızı görüyoruz. Çin ve Güney Kore çok hızlı koşarak daha gelişkin AB’yi yakalamaya çalışırken biz yerimizde sayıyoruz.

Tablo 2 ise Tablo 1’de örnekleri olan pek çok göstergeyi bir arada değerlendiren çeşitli endekslerde (rekabetçilik, yenilik ve girişimcilik ölçen endeksler) Türkiye’nin 2015 ve 2020’deki konumunu gösteriyor. Kimi endekslerde yerimizde saydığımızı kimilerinde de gerilediğimizi görüyoruz.

Tablo 2: Yenilik ile ilgili endekslerde Türkiye’nin konumu

Global Competitiveness IndexGlobal Innovation IndexGlobal Enterepreneurship IndexEuropean Innovation Index

 

Sonuçta teknoloji geliştirme ve yenilik konusunda bazı alanlarda yakalanan ivmenin (örneğin, savunma sanayi, oyun sektörü vb.) genele ve ortalamaya pek yansımadığını ve beş yıl önceki yazıda Türkiye’nin konumunu özetlediğim ifadenin son beş yılda çok da fazla değişmediğini söyleyebiliriz. Sıçrayamıyoruz; yavaş yavaş ilerliyoruz. Peki ne yapabiliriz?

Türkiye yıllardır bir çeşit “aktör yaratma” stratejisi uyguluyor. Yenilik sistemindeki aktörlerin eksik olduğunu düşündüğümüz için sürekli yeni aktörler yarattık (teknoparklar, tekno-girişimler, teknoloji merkezleri, hızlandırıcılar, inkübatörler, TTO’lar vb.). Fiziksel aktörler üzerine kurulu bir yenilik ortamı yaratmak istedik. Yenilik sistemi olgunlaştıkça aktörler arası ilişkilerin kendiliğinden kurulacağını varsaydık. Ancak böyle olmadı ve sonuçta çok aktörlü ama az işbirlikli bir yenilik ortamı oluştu ki bu ortam devlet desteğine rağmen beklenen sıçramayı yaratamıyor.

Dünyadaki eğilimler

Bilim ve teknoloji politikasında beş eğilim görülüyor: 

  • Daha genel, çok aktöre uygulanabilir politika araçlarından, daha odaklı, yararlanacak aktörlerin belirli kriterler ile seçildiği politika tasarımlarına bir kayış var. Örneğin Ar-Ge harcamalarına vergi muafiyeti getirilmesi ya da Ar-Ge teşvikleri daha genel bir yararlanıcı grubuna hitap ederken, güneş paneli hücresi geliştirmek için teşvik programı tasarlamak belli firmaları ve Ar-Ge laboratuvarlarını baştan seçen bir politika tasarımıdır.
  • Karmaşıklaşan teknolojik sorunlar karşısında tek amaç tek araç politika tasarımlardan öte ve pek çok farklı politika aracının konuştuğu politika sepetleri öne çıkıyor. Yukarıdaki örnekten devam edersek, iklim teknolojileri geliştirmek farklı teknolojik alanların ve sektörlerin birbirlerini tamamlayan bir şekilde hareket etmesini gerektirdiği için pek çok farklı politika aracının (Ar-Ge teşvikleri, talep yönlü destekler, regülasyon, nitelikli insan sermayesi çekilmesi vb.) tek bir ulvi amaca hizmet ettiği politika sepetleri tasarlanıyor.
  • Devletin daha aktif rol oynadığı bir politika çerçevesi oluşuyor. Devlet, neo-klasik politika anlayışındaki pasif ve piyasa müdahalelerinden kaçınan yapıdan sıyrılarak teknoloji geliştirirken oldukça müdahaleci hatta kimi zaman bizzat piyasa yaratan bir yapıya evriliyor. Regülasyonla piyasayı şekillendirmeye çalışmak ve mümkün olduğunca piyasa işleyişine karışmayan bir anlayışın terk edilmeye başlandığını görüyoruz. Örneğin Çin’de elektrikli araç teknolojileri geliştirmek için devlet 1990’lardan beri aktif olarak piyasa yaratıyor (kalkınma bankaları aracılığıyla sektöre muazzam devlet desteği verilmesi, kamu alımları, birbiriyle rekabet eden KİT’lerin yaratılması, yabancı şirketler-devlet ortaklığıyla üretim yapılarının oluşturulması vb.)
  • Yeniliği destekleyen kamu alımları, bir talep odaklı politika olarak her geçen gün daha fazla benimseniyor. Devlet yenilikçi ürünlere satın alım garantisi vererek, satın alacağı ürün ve hizmetlerde spesifikasyon belirlerken yenilik şartı getirerek yenilik süreçlerini destekleyebilir. Örneğin Türkiye’de TOGG ve Devlet Malzeme Ofisi arasındaki protokole göre devlet önümüzdeki üç yıl içinde 30.000 kadar farklı modelde araca satın alma garantisi verdi.
  • Özellikle iklim ve sürdürülebilirlik temalı büyük sorunların bilim ve teknoloji ile çözülmesi için misyon odaklı politikalar yükseliyor. Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri kısa, net, açık, akılda kalıcı ve cesur hedefleri gerçekleştirecek şekilde tekrar koordine ediliyor. Örneğin, “2030 yılında Avrupa’da 100 sıfır-karbon şehir” misyonunu gerçekleştirmek için politika araçları, aktörler ve sektörler arasındaki ilişkiler ve iş birlikleri yeniden kurgulanıyor.[3]Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri somut bir hedefe yönelik destekleniyor.

 

Yukarıda özetlediğim eğilimlerin hemen hepsi etkileşim, iş birliği ve yetkinlik inşası gerektiriyor. Biz bunların kendiliğinden oluşacağını ya da kişisel gayretlerle gelişeceğini varsayıyoruz. Etkileşim kurmak, etkileşimi yönetmek ve farklı alanlarda birbirini tamamlayan yetkinlikler kazanmak için devletin aktif şekilde müdahalesine dayanan yeni bir bilim ve teknoloji politikası anlayışına ihtiyacımız var.

Bu yazıda teknoloji ve yenilik yaratımında Türkiye’nin mevcut konumunu değerlendirdim ve genel hatlarıyla yeni bir bilim ve teknoloji politikası çerçevesi çizmeye çalıştım. Bundan sonraki yazılarda yukarıdaki beş eğilimi Türkiye açısından irdeleyeceğim. İkinci yazıda politikada devletin yaptığı politika “seçimleri” ile politika araç sepeti oluşturmanın önemine değineceğim. Son yazıda ise daha “aktif” bir devlet müdahalesi üzerinden yeni bir bilim ve teknoloji politikası çerçevesi çizmenin vaktinin geldiğini savunacağım.

Semih Akçomak
Bilim ve Teknoloji Politikası Araştırma Merkezi, ODTÜ, BAGEP 2016

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
↑1 Dosi, G. (1982). Technological paradigms and technological trajectories: A suggested interpretation of the determinants and directions of technical change, Research Policy, Volume 11, Issue 3, Pages 147-162, Daha sonraki bir tartışma için bkz. von Tunzelmann vd. (2008). Technological paradigms: past, present and future.

Industrial and Corporate Change, Volume 17, Issue 3, Pages 467–484, https://bit.ly/3owhw3P

↑2 Her ne kadar yenilik ve inovasyon kelimeleri Türkçe’ye yerleşmiş olsa da ben “yenilik” kelimesini tercih ediyorum.
↑3 Avrupa Birliği yeni Çerçeve Programı Horizon Europe’da misyon-odaklı bir anlayışa kayıyor. Daha fazla bilgi için: https://research-and-innovation.ec.europa.eu/funding/funding-opportunities/funding-programmes-and-open-calls/horizon-europe/eu-missions-horizon-europe_en

 

 

Semih Akçomak

İbrahim Semih Akçomak lisans ve yüksek lisans derecelerini ODTÜ İktisat Bölümü’nden aldıktan sonra doktora çalışmasını sosyal sermaye, yenilik ve ekonomik büyüme üzerine Maastricht Üniversitesi’nde 2009 yılında tamamladı. Hollanda Planlama Teşkilatı…

 

Türkiye’nin yeni bir bilim ve teknoloji politikasına ihtiyacı var – II

Semih Akçomak 

sarkac.org, 02 Mayıs 2023

https://sarkac.org/2023/05/turkiyenin-yeni-bir-bilim-ve-teknoloji-politikasina-ihtiyaci-var-2/

 

 

İlk yazıda dünyadaki bilim ve teknoloji politikasında beş temel eğilim görüldüğünü söylemiştik:

  • Daha genel, çok aktöre uygulanabilir politika araçlarından daha odaklı politika tasarımlarına kayıyoruz.
  • Tek amaç tek araç politika tasarımlarından öte ve farklı politika araçlarının konuştuğu politika sepetleriöne çıkıyor.
  • Devletin daha aktif rol oynadığıbir politika çerçevesi oluşuyor.
  • Yeniliği destekleyen kamu alımları, bir talep odaklı politika olarak her geçen gün daha fazla benimseniyor.
  • Özellikle iklim ve sürdürülebilirlik temalı büyük sorunların bilim ve teknoloji ile çözülmesi için misyon odaklıpolitikalar yükseliyor.

 

Bu yazıda ilk iki eğilimi biraz daha detaylı inceleyip, Türkiye’nin bu eğilimleri nasıl takip ettiğini ve neler yapabileceğini irdeleyeceğiz.

Seçim: Daha genel tasarımlardan daha odaklı politika tasarımlarına 

Bilim ve teknoloji politikasında en temel eğilim, genel ve pek çok iktisadi aktörün faydalandığı politika tasarımlarından ziyade odaklı ve devletin belirli “seçimlerinin” olduğu politika araçlarının öne çıkmasıdır. Örneğin Ar-Ge harcamalarına vergi muafiyeti her Ar-Ge faaliyetinde bulunan firmanın yararlanabileceği bir politika tasarımıyken, güneş paneli hücresi geliştirmek için Ar-Ge teşviği vermek belirli bir teknolojiyi ve belirli firmaları seçen bir politika aracıdır.

Neo-klasik iktisat belli varsayımlar altında bilgi üretiminde piyasanın eksik oluştuğunu, firmaların bu nedenle olması gerekenden daha az Ar-Ge yatırımı yaptığını ve politikanın amacının firmaları optimal Ar-Ge harcamasına itelemek olduğunu savunur. Bu teorik çerçeve altında her firmanın yararlanabileceği daha genel politika tasarımları ortaya çıkar (örneğin, Ar-Ge teşvikleri, Ar-Ge harcamalarına vergi muafiyeti gibi). Oysa evrimci iktisat, teknoloji ve yenilik süreçlerinde sistem sorunlarının olduğunu söyler. Yenilik sisteminde bir aktör eksikse ya da görevini yapmıyorsa ya da aktörler arasındaki ilişki yok ya da zayıfsa bir sistem aksaklığından söz edilebilir. Bu tip aksaklıkların giderilmesi için aktöre özel ve aktörün içinde bulunduğu iktisadi, çevresel ve organizasyonel yapıya özgü çözümler üretilir. Örneğin teknoloji girişimcisine teşvik verilmesi her ülkede benzer şekilde uygulanabilir ama her ülkede aynı etkiyi göstermez. Bunun sebebi her ülkenin “bağlamının” farklı olmasıdır. Zira her ülkenin iktisadi yapısı, hukuki düzenlemeleri, devlet organizasyonu, girişimci özellikleri ve girişimci ihtiyaçları farklıdır. Evrimci iktisat, politika araçlarını bağlama özgü bir şekilde tasarlamanın uygun olacağını söyler. Bir diğer ifadeyle herkese aynı gömleği giydirmek yerine, gömleği farklı ihtiyaçlara göre sürekli yeniden tasarlar.

Pratik olarak politika oluşturma süreçlerine baktığımızda politika araçlarının hem neo-klasik hem de evrimci teoriden yararlandığını görüyoruz. İki teori kimi zaman taban tabana zıt olsa da tetikledikleri araçlar bir arada yaşayabilir. Ancak son yıllarda politikalar tasarlanırken belli sektörlerin, belli teknolojilerin ve alt teknolojilerin, ve hatta ürünlerin “seçildiğini” görüyoruz. Politika araçları belli teknolojileri ve ürünleri belirli bir şekilde geliştirmek için tasarlanıyor.

Türkiye’nin de bu eğilimi takip ettiğini, hatta sektör ve alt sektörlerden öte belli teknolojilerin, çok dar teknolojik alanların ve hatta ürünlerin bile seçildiğini görüyoruz. Örneğin, teknoloji girişimciliğini (başta TÜBİTAK’ın BiGG programı olmak üzere) desteklemek bir seçimdir. TÜBİTAK 2019’da yaptığı çalışmayla teknolojik alanları yaratacağı etki ve sahip olduğumuz yetkinlik bağlamında sıralayarak yetkinliğimizin ve teknolojik ve iktisadi etkinin yüksek olduğu teknolojik alanları belirledi. Tablo 1’de görülebileceği gibi bu teknolojik alanlar Vizyon 2023’da belirlenen teknolojik alanlara göre çok daha odaklı. İnsansız Hava Araçları (İHA), Milli Muharip Uçak ve hatta TOGG bile bir seçim. Mottosu “yüksek-katma değer yüksek-teknoloji” olan HAMLE programının odağı da bir seçim.

 

Tablo 1: Türkiye’de odak teknoloji alanları seçiminin evreleri

KaynakResearch and Innovation Outlook of Turkey, 2020. TTGV.

 

Ancak burada iki temel soru sormamız gerekiyor: 1) Bu seçimler neye göre ve nasıl yapılıyor? 2) Bu seçimleri yapan devletin dinamik yetenekleri var mı?

Teknolojik alanlar, ürünler, sektörler devlet tarafından seçiliyor ve yapılan her seçimin bir fırsat maliyeti var. Sonuçta kamu finansman olanakları sınırlı olunca bir teknolojik alanı seçmek ve desteklemek, diğer en iyi alternatifin desteklenmemesine ya da daha az desteklenmesine sebep oluyor. Bazı durumlarda bu seçimin nasıl yapıldığını bilmiyoruz. Örneğin teknoloji girişimciliği seçimi nasıl yapıldı bilmiyoruz. Muhtemelen dünyada teknoloji “start-up”ları yaratma eğilimi Türkiye’de takip edilmek istendi. Ama Türkiye’nin bazı bölgelerinde mikro-kredi ve benzer unsurlara dayanan küçük fonlarla ihtiyaca yönelik girişimleri ve kadın girişimciliğini desteklemek Türkiye’nin toplumsal dönüşümü açısından çok daha faydalı olabilirdi. Bazı durumlardaysa veri tabanlı bir seçim yapılıyor. TÜBİTAK’ın 2019’daki Teknoloji Alanı Önceliklendirme Çalışması buna iyi bir örnek olabilir.

Dünya eğilimlerini izlemek elbette önemli ancak eğilimleri körü körüne takip etmek yerine Türkiye’nin koşullarına, iktisadi ve toplumsal yapısına özgü “seçimler” yapılırsa politika araçları daha iyi tasarlanabilir ve daha başarıyla uygulanabilir. Bunun için de devletin dinamik yeteneklerini artırmamız ve veri-temelli politika anlayışını benimsememiz gerekiyor.

Politika araçlarının odaklanacağı bir teknolojik alan ya da ürün seçmek aslında oldukça karmaşık bir iş ve devlet nezdinde “dinamik” yetenekler gerektiriyor. Yani hızla değişen ekonomik ve toplumsal ortamı anlayabilmek, değişime ayak uydurabilmek ve hatta değişimi şekillendirebilmek için devletin iç ve dış kaynakları ve yetkinlikleri ilişkilendirme, inşa etme ve yeniden yapılandırma yeteneğinin olması gerekiyor.[1] Biz devlette bu yeteneklerin olduğunu varsayıyoruz ve devletin seçimlerini bu varsayım altında benimsiyoruz. Ancak kimi politika tasarımlarını ortaya çıkarmak ve uygulamak (örneğin misyon-odaklı politikalar) oldukça karmaşık yetenekler gerektiriyor. Bu nedenle yeni bir bilim ve teknoloji politikası çerçevesi tasarlarken işe kamu kurumlarının insan sermayesini yeniden yapılandırarak, örgütsel yapısını güçlendirerek ve kamu kurumlarının yetkinliklerini artırarak başlayabiliriz.

Veri-temelli politika anlayışı, gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde politika yapım süreçlerine yerleşti. Veri toplamak ve veriyi kullandırmak neden önemli? İlk olarak veri “doğru” karar alma mekanizmalarını destekler. Bu nedenle özellikle aktörlerin, teknolojik alanların, ürünlerin seçildiği ve bunlara özgü politikaların tasarlandığı bir eğilimi takip etmek istiyorsak seçimlerimizin veri-temelli olması gerekiyor. Diğer husus da verinin etki analizlerinde kullanılmasıdır. Politika tercihlerinin ve politika tasarımının doğru olup olmadığını anlayabilmek için etki analizini politika değerlendirme sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak tasarlamak doğru olur. Yeni bir bilim ve teknoloji politikası çerçevesi çizerken devlet, verinin toplanması ve kullandırılması ve etki analizi konusunda net bir politika belirleyebilir.

Politika aracı yerine politika sepeti

Bilim ve teknoloji politikasında “tek amaç-tek araç” yerine farklı politika araçlarını bir araya getiren politika sepetleri tasarlanıyor. Teknolojik bilgi yaratmak çok karmaşık bir süreç. Pek çok hizmet ve üründe sektörler ve teknolojiler iç içe geçiyor. Örneğin, kemoterapi tedavisinde hastalıklı bölgeyi tespit eden ve uygun dozda ilaç verebilen robot haplar, yine hassas kemoterapi ilaçlarını hazırlayan robotik sistemler ya da güneş enerjisi elde etmek için kullanılan güneş panelleri ve bunlarda kullanılan hücreler gibi pek çok üründe farklı sektörler ve farklı teknolojiler bir araya geliyor. Dolayısıyla tek sektöre ya da teknolojiye odaklı sorunlar için politika tasarlamak zorlaşıyor. Bu nedenle aynı amaca yönelik politika araçlarını bir arada kurgulayan politika sepetleri ortaya çıkıyor. Örneğin, Kuzey Avrupa ülkelerinde yenilenebilir enerji teknolojileri yaratmak için kurgulanan politika sepetleri arz-yönlü ve talep-yönlü pek çok politika aracını bir arada kullanıyor.

Türkiye’nin bu eğilimi izlemeye çalıştığını söyleyebiliriz. Ancak genel bir işleyiş ve yaklaşımdan öte kimi teknolojik alanlar özelinde kullanıyoruz. Örneğin, yenilenebilir enerji teknolojileri özelinde güneş enerjisi teknolojileri geliştirmek için pek çok politika aracı bir arada uygulanıyor: regülasyon, Ar-Ge teşviği, vergi indirimi, destekleyici arz yönlü destekler (örneğin, Ar-Ge personeli istihdamı maliyetini azaltan ya da istihdamını kolaylaştıran), kamu alımları gibi çeşitli arz yönlü ve talep yönlü araçlar.

Ancak bu politika tasarımlarının iyi çalışabilmesi için üç önemli hususta zayıflıklarımız var. Bunlardan ilki önden tasarım, bir diğer ifadeyle politika sepetinde kullanılacak araçların ihtiyaçlara göre ve veriler ışığında önceden kurgusunun oluşturulması konusunda yeterli değiliz. Her ne kadar basit gibi görünse de politika sepeti tasarlamak devlet nezdinde dinamik yetenekler gerektirir. Politika amacının (asıl büyük amaç), alt amaçların ve buna uygun araçların önden, birbirleriyle çelişmeyecek ve birbirini destekleyecek şekilde tasarlanması gerekiyor. Oysa biz “sepet” kavramını farklı araçları aynı sepetin içine atmak gibi algılıyoruz. Dolayısıyla pek çok aracın aynı asıl büyük amacı desteklemesi tam anlamıyla bir politika sepet tasarımı olmayabiliyor.

İkinci zayıf olduğumuz husus etki değerlendirmesi. Politika sepetinde araçların bir arada çalışması nedeniyle hem etkilerinin hem de diğer araçlarla ilişkilerinin değerlendirilmesi gerekiyor. Etki analizi konusunda geçmişe göre daha iyiyiz. 20’den fazla politika aracının etki değerlendirmesine Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın websitesinden ulaşılabilir.[2] Politika sepeti tasarımına özel olarak nicel değerlendirmelerin yanında nitel yöntemlerin kullanıldığı (araç ilişkilerinin belirlenmesi ve çalışmayan ve çelişen hususların giderilmesi için) değerlendirmelerin de yapılması gerekiyor. Yavaş da olsa etki analizi konusunda gelişiyoruz ve bu iyi bir şey.

Üçüncü zayıflığımız koordinasyon. Politika sepetlerinin iyi çalışabilmesi için araçları uygulayan kurumlar arasında ve araçlar arasında iyi bir koordinasyon sağlanması gerekiyor. Bu bence bizim en zorlandığımız kısım. Cumhurbaşkanlığı Sistemi ulusal yenilik sistemine dışsal bir şok oluşturdu; kurumların görevleri, yapılanması vb. çok hızlı bir şekilde yeniden belirlendi. Bu durum koordinasyonda ilave bir zorluk yaratıyor.

Bu tartışmadan Türkiye için şu dersler çıkarılabilir:

  • veri-temelli politika anlayışını benimseyelim,
  • etki-analizlerini politika araçlarının başarısını değerlendirmek, araçlardaki aksaklıkları gidermek ve yeni araçlar tasarlamak için etkili bir biçimde kullanalım,
  • politika araçlarından yararlanan aktörlerin içinde bulunduğu ortama özgü politika araçları tasarlayalım

 

Bu önerileri hayata geçirebilmek için devletin dinamik yeteneklere sahip olması gerekiyor. Devletin bilim ve teknoloji politikasında artan rolünü üçüncü yazıda ele alıyorum.

Birinci yazı: Türkiye’nin yeni bir bilim ve teknoloji politikasına ihtiyacı var – I 

Semih Akçomak
Bilim ve Teknoloji Politikası Araştırma Merkezi, ODTÜ, BAGEP 2016

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
↑1 Kattel, R. (2022), Dynamic capabilities of the public sector: Towards a new synthesis, UCL Institute for Innovation and Public Purpose.  https://bit.ly/3N7Tuqi
↑2 TC Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Etki Değerlendirme, https://www.sanayi.gov.tr/merkez-birimi/92d9c73bddbb/etki-degerlendirme

 

Semih Akçomak

İbrahim Semih Akçomak lisans ve yüksek lisans derecelerini ODTÜ İktisat Bölümü’nden aldıktan sonra doktora çalışmasını sosyal sermaye, yenilik ve ekonomik büyüme üzerine Maastricht Üniversitesi’nde 2009 yılında tamamladı. Hollanda Planlama Teşkilatı…

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir