YÜZYIL İÇİN PLANLAMA TOPLANTISI: YEŞİL MUTABAKAT KONUŞMAYA ESAS METİN: Oğuz TÜRKYILMAZ_ 20.5.2021
21.YÜZYIL İÇİN PLANLAMA TOPLANTISI
YEŞİL MUTABAKAT KONUŞMAYA ESAS METİN
Oğuz TÜRKYILMAZ
20.5.2021
Hoş geldiniz!
Anlamlı bir bayramın haftasında bir aradayız. ”Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, emperyalist işgalcilere ve yerli işbirlikçilerine karşı 19 Mayıs 1919’da başlattıkları uzun yürüyüşün 102.yılındayız.
Tüm imkansızlıklara karşın kararlı bir mücadele ile emperyalist işgalcileri ülkeden kovan, kulluğu değil yurttaşlığı esas alan Cumhuriyet’i i kuran kadronun gelecek kuşaklara bağımsız bağlantısız bir ülke olarak bıraktıkları Türkiye, bugün yine emperyalizme bağımlı bir ülke.
Ülkemiz üzerindeki emperyalist boyunduruğu kırma, eşit, özgür, adil bir toplum ve bağımsız, demokratik ve sosyalizm doğrultusunda yürüyen bir ülke için verdiğimiz mücadelenin e geç başarıya ulaşacağı düşüncesiyle sizleri selamlıyor ve konuşmama başlıyorum.
GİRİŞ:
Günümüz dünyasında, bir yandan kaynaklar fütursuzca (toplumsal yaşam gereklerinin çok üzerinde) tüketilirken, diğer yandan hâlâ 3 milyar insanın evinde ellerini yıkayacağı bir lavabo, 2,7 milyar insanın yemek pişirmek için düzenli bir mutfağı bulunmamakta; 1 milyar kadar insan elektrikten yararlanamamaktadır. Bunun yanı sıra, gelişmiş ülkelerde yaşayanlar dâhil; milyarlarca insan, alım güçlerinin yetersizliği nedeniyle mevcut imkânlara ulaşmakta zorluk çekmektedir.
Sanayi devriminden bu yana, kapitalist sistem yürüttüğü kâr hırsı ile doğayı hiçe sayan politikalar sonucu çok fazla artan fosil yakıt tüketiminin neden olduğu hava ve çevre kirliliğinin insan ve toplum yaşamına olumsuz etkilerini gidermek, iklim krizinin insan yaşamını ve doğayı tehdit eden kuraklık, denizlerin ısınması, yer altı sularının azalması, orman yangınları, beklenmedik zamanlarda yüksek yağışlar, yağışların düzensiz hale gelmesi, su baskınları vb. yıkıcı zararları azaltmak, hızla yükselme eğilimindeki sıcaklık artışını 1,5-2 oC ile sınırlamak için, enerji üretim ve tüketiminde fosil yakıtların payını mutlaka radikal ve hızlı bir şekilde düşürmek gerekir. Petrol, gaz ve kömür tekellerinin çok etkin olduğu dünyada, birincil enerji tüketiminde 2019’da %80,8 oranında olan fosil yakıtlara yüksek bağımlılık, izlenen politikalarda çok radikal değişiklikler olmadığı sürece, kısa ve orta dönemde kayda değer bir azalma göstermeyecektir.
Şimdi, emperyalist kapitalist sistemin dünyamıza egemen olan odakları da; bugüne değin izledikleri politikalarla doğrudan sorumlu oldukları küresel sıcaklık artışını 1,5 (en fazla 2)derece C ile sınırlamaktan, karbon salımlarını hızla azaltmaktan söz ede oldular., “Yeşil Mutakabat”, “Yeşil Enerji”, “Adil Dönüşüm”, “Kimseyi arkada bırakmamak” gibi süslü, yanıltıcı, gerçeklerin üstünü örten söylemleri dillerinden düşürmemeye başladılar. Düne kadar iklim değişikliğini ve yarattığı sorunları görmezden gelen, fosil yakıtlara güzellemeler yapan Uluslararası Enerji Ajansı, temiz enerji diye nükleer enerjiyi ısrarla savunmaya devam ederken, bir kaç gün önce ansızın hidayete erdi ve utangaç bir şekilde, mevcut yatırımların haricinde yeni kömür, petrol ve gaz yatırımlarına ihtiyaç yok dedi.
Kâr odaklı bir sermaye düzeninin ve emperyalist kapitalist sistemin yarattığı bu tabloyu değiştirmek için, enerji sektörünü özel tekellerin egemenliğinden çıkarıp kamusal bir düzleme aktarma ve yenilenebilir kaynaklara dayalı, düşük karbon emisyonlu bir ekonomiye yönelerek, enerjide demokratik bir denetimi/programı gerçekleştirme ihtiyacı vardır. Bunun için, siyasal, ekonomik, toplumsal düzen, toplumsal hayatın her alanında emekçi sınıfların söz ve karar sahibi olduğu bir şekilde yapılanmalıdır.
Biliyoruz ki, tüm karar, düzenleme ve uygulamalarda , toplumun değil, şirketlerin çıkarlarını gözeten kapitalist toplumsal yapılarda, sistemin birinci önceliği her zaman özel sermaye, özel şirketler olacaktır. AB Komisyonu’nun, Birliğin çeşitli organlarına 11.12.2019 tarih ve 640 sayı ile bildirdiği Yeşil Mutabakat Programı, Yeşil Dönüşüm olarak da adlandırılıyor.
Covid 19 salgınının yıkıcı etkileri ile ekonomileri büyük bir sarsıntı içinde olan birçok ülkede, Dünya Bankası, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ve son olarak Uluslararası Enerji Ajansı vb. kuruluşların da desteğiyle bu program, tam içeriği de yeterince bilinmeden; tüm sorunları çözebilecek, kapıları açabilecek sihirli bir anahtar gibi gösterilir, konuşulur oldu. Ülkemizde ise, mutabakat kavramını hiç bir zaman kabul etmemiş, benimsememiş olan iktidar çevreleri; konunun o tarafını görmezden gelip, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretimi boyutuna değinmekle yetindi. Ana muhalefet partisinin de; Yeşil Mutabakatın amacı, içeriği, kısıtları, uygulama sorunları vb. tüm boyutlarıyla bütünsel olarak değerlendirmeden, söyleme sahip çıkıyoruz görüntüsü vermeye çalıştığı gözlemlendi.
Konuşmamda önce, AB’nin Yeşil Mutabakat Belgesi hakkında bilgi vereceğim. İkinci olarak, Yeşil Mutabakat Belgesine yöneltilen bazı eleştirilerden söz edeceğim. Üçüncü olarak, AB’den bütünü ile farklı olarak, ABD’de sistemin temel kurumlarınca değil, ilerici, çevreci kesimlerin önerisi olan ve küçük bir bölümünün bile Biden yönetimi tarafından uygulanması heyecan yaratan yeşil talepleri konu edeceğim. Daha sonra, enerji şirketlerinin yatırımlarını güvence altına almak için yatırım yaptıkları ülkelerin kalbine yönelttikleri keskin bir bıçak olan Enerji Şartı Anlaşmasını Sözleşmesini anlatacağım. İklim krizi ve Yeşil Mutabakat tartışmalarında Türkiye’nin durumuna da değineceğim. Son olarak da, enerji şirketlerinin ve sermayenin değil, toplum çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi için; uygulanmasını önerdiğimiz Demokratik Enerji Programının, “Başka Bir Yeşil, Başka Bir Enerji” için görüş, değerlendirme ve önerilerimiz hakkında konuşacağım.
Ondan sonra da, sizlerin sorularını yanıtlamaya çalışacağım.
Bugün paylaşacağım görüş ve değerlendirmelerin yer aldığı metni, dikkatle inceleyerek, görüş ve önerilerde bulunarak ve paylaşarak bana destek olan çalışma arkadaşlarım Mehmet Kayadelen, Orhan Aytaç, Nilgün Ercan, Olgun Sakarya ve Yusuf Bayrak’a teşekkür ediyorum.
2
- AB’NİN YEŞİL MUTABAKAT PROGRAMI
1.1. PROGRAM NE DİYOR?
AB’nin Yeşil Mutabakat Belgesinin içeriğinde önemli bulduğum bazı hususları aktarmaya çalışacağım. Bu noktada, Belgenin İngilizce metninin yanı sıra, Yeşil Düşünce Derneği Yeşil Ekonomi Çalışma Grubunun hazırladığı çeviriden yararlandığımı da belirtmeliyim.
Belge,
– AB Komisyonunun, iklim ve çevreyle ilgili zorluklarla mücadele konusundaki kararlılığından söz ediyor, – “Atmosfer gittikçe ısınıyor ve iklim her geçen yıl değişiyor. Gezegendeki sekiz milyon türün bir milyonu yok olma riski altında. Ormanlar ve okyanuslar kirleniyor ve yok ediliyor,” saptamasını yapıyor,
-Ve devamla aşağıdaki hususları vurguluyor:
“Avrupa Yeşil Mutabakatı, bu zorluklara bir cevap niteliğindedir. 2050 yılına kadar AB’yi net sera gazı emisyonlarının olmadığı ve ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrıştırıldığı modern, kaynak açısından verimli ve rekabetçi bir ekonomiye sahip adil ve müreffeh bir topluma dönüştürmeyi amaçlayan yeni bir büyüme stratejisidir.
-AB doğal sermayesini koruyup geliştirirken, aynı zamanda vatandaşların sağlığını ve refahını çevre kaynaklı risk ve etkilerden korumayı da amaçlamaktadır. Bu geçiş adil ve kapsayıcı olmalıdır.
AB, ekonomisini ve toplumunu daha sürdürülebilir bir hedefe yönlendirebilecek kolektif yeteneğe sahiptir. İklim ve çevre önlemleri, tüketicinin korunması ve işçi hakları konularında küresel bir lider olarak güçlü yönlerini geliştirebilir. Emisyonlarda ek azaltımlar gerçekleştirmek ise zorlu bir görevdir. , Özel sermayeyi iklim ve çevre eylemlerine yönlendirmek için daha fazla çaba ve büyük kamu yatırımları gerekecektir. Sürdürülebilir çözümleri destekleyen tutarlı bir finansal sistem oluşturmaya yönelik uluslararası çabaların koordinasyonunda AB öncü olmalıdır. Bu açık ve peşin yatırım gerekliliği aynı zamanda Avrupa’yı yeni, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyüme yoluna sağlam bir şekilde sokmak için bir fırsattır. Bu bağlamda Avrupa Yeşil Mutabakatı, tüm sektörlerde ihtiyaç duyulan geçişi hızlandıracak ve destekleyecektir.
Yeşil Mutabakatın çevresel hedefine, Avrupa’nın tek başına hareket ederek ulaşması mümkün değildir.”
Belgede aşağıdaki saptamalar, değerlendirmeler ve hedefler de yer almaktadır.
AB, iklim nötr hedefi doğrultusunda ekonomiyi modernize etmeye ve dönüştürmeye çoktan başlamış bulunmaktadır. 1990 ile 2018 arasında sera gazı emisyonları %23 azaltılırken, ekonomi %61 büyümüştür. Ancak mevcut politikalar, 2050 yılına kadar sera gazı emisyonlarını yalnızca %60 azaltacaktır. Önümüzdeki on yılda, daha iddialı iklim eylemleri başta olmak üzere yapılması gereken birçok iş bulunmaktadır. Komisyon, sera gazı emisyonlarının daha etkin ve hızlı bir şekilde azaltılabilmesi için çalışmaların yoğunlaşması ve 1990 seviyelerine kıyasla AB’nin 2030 için yüzde 40 olan sera gazı emisyon azaltım hedefini en az %50’, mümkünse %55’ daha arttırmak için 2020 yazına kadar etki değerlendirmeli bir plan sunacaktır. Komisyon, bu ek sera gazı emisyon azaltımlarını sağlamak için Haziran 2021’e kadar iklimle bağlantılı tüm ilgili politika araçlarını gözden geçirecek ve gerektiğinde revize etmeyi önerecektir.
Komisyon, İklim Yasası’nı bu amaçlara doğru güncellemek için değiştirmeyi önerecektir. Bu politika reformları, ekonomik sistem genelinde etkili karbon fiyatlandırmasının sağlanmasına yardımcı olacaktır. AB iklim hedefini artırırken, dünya çapında bu konu ile ilgili farklılıklar devam ederse, Komisyon, karbon kaçağı riskini azaltmak için seçilen sektörlerde ülke sınırlarında uygulanmak üzere karbon düzenleme mekanizması önerecektir. Temiz enerji geçişi, tüketicileri sürece dahil etmeli ve onlara fayda sağlamalıdır. Bu bağlamda, yenilenebilir enerji kaynaklarının önemli bir rolü olacaktır.
Üye Devletler arasındaki bölgesel iş birliğini kullanarak açık deniz rüzgâr türbinlerinin üretim potansiyelini artırmak, birincil derecede önemli olacaktır. Yenilenebilir enerjilerin, enerji verimliliğinin ve diğer sürdürülebilir çözümlerin sektörler arasında akıllı ve kuvvetli bir şekilde entegre edilmesi, karbonsuzlaşmaya minimum maliyetlerle ulaşılmasına katkı sağlayacaktır. Karbondan arındırılmış gazların (yeşil hidrojen) geliştirilmesine yönelik desteğin artırılması ve rekabetçi bir yeşil hidrojen gazı piyasası için ileriye dönük bir tasarım yapılması yoluyla ve enerji kaynaklı metan emisyonları konusu da ele alınarak, gaz sektörünün karbonsuzlaştırılması kolaylaştırılacaktır.
Temiz ve Döngüsel Bir Ekonomi İçin Endüstrinin Harekete Geçirilmesi
Sanayi stratejisi ile birlikte yeni döngüsel ekonomi eylem planı, AB ekonomisinin modernleştirilmesine ve döngüsel ekonominin fırsatlarından yerel ve küresel olarak yararlanılmasına yardımcı olacaktır. Yeni politika çerçevesinin temel amaçlarından biri, AB ve dışında, iklim nötrlüğü ve döngüsel ürünler için lider pazarların gelişimini teşvik etmek olacaktır. Çelik, çimento ve kimya gibi enerji yoğun endüstriler, önemli bazı değer zincirlerini tedarik ettiklerinden Avrupa ekonomisi için vazgeçilmezdir. Bu sektörlerin karbondan arındırılması ve modernleştirilmesi esastır. Enerji Yoğun Endüstrilere Yönelik Üst Düzey Çalışma Grubu tarafından yayımlanan öneriler, endüstrinin bu hedeflere olan bağlılığını ortaya koymaktadır.
AB sanayisinin 2030 yılına kadar önemli endüstriyel sektörlerde çığır açan teknolojik uygulamaları geliştirmek için `iklim ve kaynak öncülerine` ihtiyacı vardır. Öncelikli alanları, temiz hidrojen, yakıt hücreleri ve diğer alternatif yakıtlar, enerji depolama, karbon tutma, depolama ve karbondan döngüsel amaçlarla yararlanma oluşturmaktadır.
Önerilen yöntemlerin nerde ise tamamının geliştirilmesi ve uygulanabilir hale gelmesi için bu konularda çalışan özel şirketler kamusal fonlarla desteklenecektir. Bu özel şirketler, başarılı olmaları durumunda imal edecekleri ürün ve verecekler hizmetler ile kazançlarını katlayacak, çalışmalarının sonuç alamamaları halinde ise aldıkları ciddi kamusal desteklerden dolayı bir kayba uğramamış olacaklardır.
1.2. YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER
1.2.1. SÖYLEMLE ÇELİŞEN ENERJİ POLİTİKALARI
Mikael Hertfort, International View Point’te yer alan 22.4.2021 tarihli yazısında:
-Dünyada yüz milyonlarca insan açlıkla boğuşurken AB üyesi ülkelerin zengin yurttaşlarının bineceği araçlarda yakılsın diye, başka ülkelerdeki tarımsal arazilerin, üretimlerinde yoğun enerji, su, gübre, makinalı tarım gerektiren endüstriyel bitki üretimine ayrılmasının doğru olmayacağı,
-Fosil yakıt tüketiminin azaltılmasından söz edilirken, AB Komisyonunun bir fosil yakıt olan doğal gaza yönelik projelerine desteğini sürdürdüğü ve 2020’de, 32 projeye AB kaynaklarından 29 milyar dolar aktarılmasının kararlaştırıldığı, fosil bir yakıt olan kömürü, daha az salım yapıyor diye başka bir fosil yakıt ile ikame etmeye yönelindiği,
-Salımları azaltmaktan söz edilmesine karşın, yoğun salımları olan demir çelik üretimi, büyük yapılar, petrokimya ve kimya tesisleri, fosil yakıt tüketen ulaşım araçları, savaş sanayisinin ve askeri birliklerin salımlarını azaltmaya yönelik kayda değer bir öngörü ve politika olmadığı,
-Çözüm alternatifi ve yeni enerji kaynağı olarak gösterilen hidrojenin, fosil yakıtlardan üretiminin kabul edilemeyeceği, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı hidrojen üretiminin henüz gerçekleşmediği ve ne zaman gerçekleşebileceğinin belirsiz olduğu, mevcut doğal gaz şebekesinin ise ancak küçük bir bölümünün hidrojenin nakli için kullanılabileceği,
-Çözüm önerisi olarak sunulan karbon salımlarının tutulması ve depolanması işleminin ise, yoğun enerji tükettiği gibi güvenli, ucuz maliyetli ve sürdürülebilir olduğunu gösterir yeterince denenmiş ve kanıtlanmış örnekleri bulunmadığı,
-Karbon ticaretinin kötü kullanımlara açık bir ticari faaliyet olmaktan öte gitmeyeceği
eleştirilerini yöneltmektedir.
1.2.2. İKLİM BİLİMCİLERİ: NET SIFIR SALIM KAVRAMI TEHLİKELİ BİR TUZAKTIR
1.2.3 3. AB’NİN YEŞİL MUTABAKATI, BİR NESİLE İHANET VE MÜCADELE
Editörlüğünü Walter Bauer,Eric Canepa ve Haris Golemis’in yaptığı ve Transform Euope tarafından yayımlanan “Kapitalizmin Ölümcül Tehdidi” adlı derlemede yer alan, David Adler ve Pawel Wargan imzalı “AB’nin Yeşil Mutabakatı, Bir Nesile İhanet ve Mücadele” başlıklı makalede:
– Kömür ve Demir Çelik Birliği olarak kurulan ve fosil yakıt çıkarılması ve tüketiminden kaynaklanan emisyonlardan tarihsel olarak sorumlu olan AB’nin, esas olarak yeşil dönüşüm değil, şirketlerin çıkarlarını gözeten yeşil bir örtü peşinde olduğu;
-Karbon emisyonlarının azaltılması için önerilen karbon tutulması ve depolanması vb. yöntemlerin ise denenmiş ve sonuç alınmış yöntemler olmadığı;
–İklim değişikliği ile ilgili olarak yapılması öngörülen çalışmalar için gerekli yatırım tutarı AB Komisyonu tarafından 260 milyar Avro/yıl, Avrupa Sayıştayı tarafından ise 2021-2030 dönemi için yıllık 1,115 trilyon avro olarak hesap edilmişken, bir iklim bankasına dönüştürüleceği söylenen Avrupa Yatırım Bankasının, önümüzdeki on yıl için, ihtiyaç duyulan kaynaktan çok daha azını, yılda 100 milyon avro olmak üzere toplam bir trilyon avro kaynak ayırabileceğini bildirdiği;
Fosil yakıtlardan vazgeçilmediği, Avrupa Parlamentosu’nun fosil yakıtlara 27 milyar avro desteği onayladığı ve bu rakamın Adil Geçiş amaçlı yapılacak çalışmalar için tahsis edilen fonun tam 27 katı olduğu
belirtiliyor.
Aynı derlemede, Katerina Konecko imzalı “Bir Krizden Diğerine Uykuda Gezmek” adlı makalede ise AB’nin, söylemde iklim değişikliği ve ısınma ile ilgili çok duyarlı gözükmesine karşın, gerçekte hiç de öyle olmadığı ifade ediliyor. AB’nin, dünyanın en büyük ikinci palm yağı ithalatçısı olduğu ve bu ürünün yarısından fazlasının biyoyakıt yapmakta kullanıldığı belirtiliyor. Avrupa’da da başlatılan biyoyakıt amaçlı tarımsal üretimin ormansızlaşma, ormanların azalması yönünde bir baskı oluşturduğu bildiriliyor.
AB ile ilgili diğer önemli bir saptama da şöyle: AB üyesi gelişmiş kapitalist ülkelerin iktidarlarının yanı sıra büyük şirketlerin yöneticileri, solun söylemlerine el koyuyor, benimsiyor ve savunuyor gözükürken esas olarak bu söylemlerin içini boşaltıyor. AB yönetim kademelerinde, büyük şirket yöneticilerinin adeta kuşatma ve işgali altında oluşturulan kurullarda, çoğu kez işveren örgütlerinin temsilcileri ağırlıkta ve belirleyici. Emek örgütlerinin bütün bu barikatları aşıp, AB yetkili organ ve yöneticilerine ulaşması ve görüş ve önerileri ile karar süreçlerinde etkin olması çok güç.
AB Komisyonu, Yeşil Mutabakat kapsamında yapılacak çalışmalarda özel şirketlere öncelik ve ağırlık verilmesini, özel şirketlere AB fonlarından azami desteğin verilmesini öngörüyor.
- ABD’DE YEŞİL TALEPLER
Yeşil Mutabakat AB’de, sistem içi bir politikalar bütünü olarak AB’nin yönetim organları tarafından onaylanıp, yürürlüğe konulan bir politikalar manzumesidir. ABD’de ise, Yeşillerin, ilerici bilim insanlarının, ilerici, çevreci muhalif örgütlerin oluşturduğu güç birliklerinin ve Demokrat Parti’nin sol kanadında yer alan Temsilciler Meclisi ve Senato üyelerinin öneri ve taleplerini de içeren programlardır. Trump yönetimi, bu talepleri dikkate almadığı gibi ABD’yi, İklim Krizi ile ilgili uluslararası görüşmelerden ve Paris Anlaşmasından geri çekmişti. Demokrat Partili Temsilciler Meclisi Üyesi Alexandeia Octavio-Cortez ve Senatör Ed Markey, bir dizi sosyal içerikli düzenleme ve değişiklikler öngören Yeni Yeşil Mutabakat Belgesini 20 Nisan 2021’de açıkladıklarında, ülkedeki tüm gerici çevrelerin, “ her şeyin devletleştirileceği, sosyalizme yönelerek ülkenin bölüneceği” vb. tanıdık saldırılarla karşılaştılar. Şimdi Biden yönetimi bir tarafta Demokrat Partinin sol kanat temsilcilerinin, Friends of Earth, Sunrise Movement, THRIVE vb. sol ve çevreci vb. hareketlerin soldan baskısı, diğer tarafta başta petrol, gaz tekelleri ve kömür şirketleri olmak üzere tüm özel sermaye kesimleri ve gerici Trump yandaşlarının yoğun saldırısı altında adımlar atmaya çalışacak.
Biden iş başına gelince aldığı ilk kararlardan biri Paris İklim Anlaşmasına geri dönmek oldu. Açıklanan, emisyonları 2030’a kadar 2005’deki düzeyin %50 altına düşürmek, 2050’de ise karbon salımlarını sıfırlamak, 2035’e kadar elektrik üretimini tamamen yenilenebilir kaynaklara dayandırmak gibi hedeflere nasıl ulaşılabileceği merak konusu. Bu iddialı hedeflere ulaşmak için yapılması gereken bazı yasal düzenlemelerin, Senatodaki oylamalardaki eşitlik, ancak Senato Başkanının da katılması halinde Demokrat Parti lehine dönebildiği için, Senatodan geçmesi kolay olmayacak.
Prof. Aykut Çoban’ın, “Yeşil Yeni Düzen Vaatler ve Gerçekler” başlıklı makalesinde yer alan bilgilere göre, Demokrat Partinin ve Biden Yönetiminin çok sınırlı bir bölümünü benimsediği Yeşil Önerilerin, Yeşil Parti tarafından yıllar önce ve çok daha kapsamlı olarak bildirildiği görülüyor.
BİDEN’IN ABD YEŞİL DÖNÜŞÜM PROGRAMI İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE DOĞRUDAN MÜCADELE YERİNE, ESAS OLARAK BİR BÖLÜMÜ SOSYAL BOYUTU DA OLAN ALTYAPI YENİLEME YATIRIMLARINA KAMU KAYNAKLARI İLE HIZ VERMEYİ ÖNGÖRÜYOR
ABD Yeşil Parti 2020 başkanlık seçimi adayı olan Howard Hawkins’in 28.4.2021 tarihli Counterpunch dergisinde yer alan ve aşağıya aktarılan saptamaları önemli.
Program esas olarak, karbon emisyonlarının azaltılması yerine yollar, köprüler, su şebekeleri vb. fiziki altyapı sistemlerinin yenilenmesi üzerinde yoğunlaşıyor. Paket, sekiz yıl içinde yapılacak yatırımlar için 2,3 trilyon dolar fon ayırıyor. Bu rakamdan sosyal amaçlı harcamalar için ayrılan 400 milyar dolar düşüldüğünde, ayrılan 1,9 trilyon doların ABD İnşaat Mühendisleri Odasının, ülke ölçeğinde altyapının yenilenmesi için gerekli yatırım tutarı olarak bildirdiği 2,6 trilyon doları bile karşılamayacağı anlaşılıyor. Ayrılan fonlar, yapılacağı söylenen yatırımlar için çok yetersiz. Örneğin, terk edilmiş olmalarına karşın karbondan çok daha etkili metan gazı salımları devam eden yüzbinlerce gaz ve petrol kuyusunun ve kömür madeninin kapatılması için 300 milyar dolar kaynak gerekirken, sekiz yıl için bu tutarın yalnız yüzde beşinin ayrılması, yoruma pek ihtiyaç bırakmıyor.
Plan, fosil yakıtlı santrallar, hidrolik çatlatma yoluyla petrol ve gaz çıkarılması vb. faaliyetlerin durdurulması, kömür santrallarının hızla devre dışı bırakılması vb somut hedefler içermiyor. Tersine karbon emisyonları ile ilgili olarak sıfır emisyon, nötr karbon gibi sorunlu ifadeler kullanılmış. Bu terimler, karbon salımlarının sona ermesini değil, karbon salımına neden olan faaliyetlerin sürmesi ancak salımların tutularak yer altında depolanması gibi yöntemleri öngörüyor. Karbon salımlarını tutma ve yer altına depolama çalışmaları ilave bir enerji ihtiyacı doğuracağı gibi, yer altı sularına karışma, çatlaklar, yer sarsıntıları vb. nedeniyle yüzeye çıkma riskleri de içeriyor.
Paketin, ABD’de emisyonların yüzde 28’inden sorumlu olan ulaştırma sektörü için ayırdığı 174 milyar dolarla, elektrikli araçlar için gerekeceği hesaplanan 8 milyon şarj istasyonunu tesis etmek, dizel yakıtlı 3,6 milyon adet ağır hizmet kamyonu ve 1 milyon otobüsü elektrikle çalışır hale getirmek imkânsızdır.
Paket, enerji şirketlerinin talepleri doğrultusunda; Temiz Enerji Standardı diye yeni bir ölçüt tanımlıyor ve doğrudan ve dolaylı olarak neden oldukları karbon salımlarını göz ardı edip, karbon tutma teknolojisine sahip olan gaz santrallarını, nükleer santralları, biyo yakıtlı santralları, karbon tutma ve depolama teknolojilerini de kapsıyor. Pakette bu çalışmalar için 35 milyar dolar bütçe ayrılmış.
Paket karbon salımlarının yüzde 12’sinden sorumlu olan binalarla ilgili olarak sekiz yılda 2 milyon binanın enerji verimliliği standardına uygun hale getirilmesi için 213 milyar dolar harcama yapılmasını öngörüyor. Yılda yalnız 250.000 binanın dönüştürülmesini öngören bu planlama ile, ABD’deki 120 milyon adetlik bina stokunun enerji verimliliğine uygun hale getirilmesi için 480 yıl gerekecek.
Planda, tarım sektörüne yönelik her hangi bir ifade de yer almıyor.
- ENERJİ ŞARTI ANLAŞMASI: ÇİFT UÇLU HANÇER
Enerji Şartı Anlaşması-(EŞA), Sovyetler Birliği ve Doğu Blok ülkelerindeki çözülme sonrasında; esas olarak çok uluslu şirketlerin petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtların aranması, çıkarılması, işlenmesi, ticareti, depolanması vb. ticari faaliyetlerinin güvence altına alınması için, bizzat büyük petrol şirketleri tarafından hazırlanan bir düzenlemedir. Düzenleme ile yabancı yatırımcı, yatırım yaptıkları ülkelerde , bir yasal düzenlemenin, yargı kararının veya idari bir uygulamanın; haklarını ihlal ettiğini iddia etmesi halinde, yatırım yapılan ülkenin hukuki ve idari düzenlemeleri devre dışı bırakılmaktadır. Hak kaybına uğranıldığı ve bundan zarar görüldüğü, bu nedenle hak kaybının ve zararın tazmini talebi , yatırımcı tarafından, yabancı yatırımcının geldiği veya kurulduğu ülkede, yatırımcı yanlısı hakemlerin egemen olduğu Hakem Heyetlerine taşınmaktadır. Bu heyetler de, dava edilen ülke yönetimlerinin milyarlarca avro tazminat ödemesine karar vermektedir. Örneğin, bir ülke bir kömür santralını veya bir maden işletmesini kapatmaya yönelik bir karar sürecine yöneldiğinde, kapatılması söz konusu olabilecek işletmenin sahipliğinin ortaklık yapısı hızla değiştirilmekte, hisseler anlaşmaya taraf diğer bir ülkedeki bir şirkete devredilmekte ve çok kez sadece bir adres olan bu şirket üzerinden, bu şirketin olduğu ülkenin Hakem Heyetine taşınarak kazanç kaybı gerekçesiyle yüklü tazminatlar istenebilmektedir.
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 53 ülkenin kabul ettiği EŞA kapsamında, 2020 başında bu tür 128 dava açılmış, Hakem Heyetleri tarafından dava edilen ülke hükûmetlerinin 52 milyar dolar tazminat ödemesi kararlaştırılmıştır. 32 milyar dolar tazminat talebi ile ilgili dosyalar ise Hakem Heyetlerinin önündedir.
EŞA, Sözleşmeye taraf ülkelere yönelik bir tehdittir. Fransa’da, ülke içinde fosil yakıt arama ve çıkarma faaliyetlerinin 2040’a kadar sona erdirilmesini öngören bir yasa tasarısı hazırlığı üzerine, Kanada enerji şirketi Vermilion Fransız hükûmetini, Enerji Şart Sözleşmesini ihlal ettiği iddiası ile Hakem Heyetine şikâyet edeceğini bildirmiştir. Tasarı geri çekilmiş ve şirketlerin itiraz etmeyeceği bir içerikle yeniden düzenlenmiştir. Hollanda’da, çoğunluk hissesi Finlandiya devlet enerji şirketi Fortum’a ait olan Uniper şirketi, Hollanda Parlamentosunun kömür yakıtlı santralların 2030’a kadar kapatılmasını öngören bir yasayı onaylamasından sonra, Uniper 2016’da devreye giren üç kömür santralının, bu karar nedeni ile kazanç kaybına uğrayacağı ve istikrarlı bir yatırım ortamının sarsıldığı iddiası ile EŞS uyarınca bir milyar avro tazminat talebi ile dava açacaklarını bildirmiştir. Benzer gerekçe ile RWE 1,4 milyar avro tazminat talep etmektedir. Bu olay, EŞA’nin, taraf `olan ülke yönetimlerinin, toplum çıkarları doğrultusunda karar alma erklerini sınırlamayı da amaçladığını ortaya koymaktadır.
EŞA fosil yakıtların salımlarının azaltılması için herhangi bir önlem öngörmemektedir. EŞA, AB Komisyonunun Yeşil Mutabakat Programı için de, önemli bir engel oluşturmaktadır. Fosil yakıt şirketleri, salımların azaltılması için faaliyetlerinin sınırlanması girişimlerinin yanı sıra, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı projelere verilen desteği de, rekabeti bozuyor gerekçesiyle dava konusu edebilirler.
Ülkelerde yönetimlerin toplum çıkarları doğrultusunda çevre standartlarını yükseltme girişimleri, yatırımcı yabancı şirketlerin tazminat taleplerinin gerekçesi olabilmektedir. Nitekim İsveç enerji şirketi Vattenfall’in, Hamburg kent yönetiminin çevre standartlarını yükseltmeye yönelik girişimlerinin bölgede bulunan kömür santral yatırımlarını olumsuz etkileyeceği iddiası ile savurduğu 1,4 milyar avro tazminat tehdidi, Hamburg kent yönetiminin geri adım atmasına neden olmuştur. Fukushima nükleer santral kazası sonrasında Alman Parlamentosunun nükleer enerjiden çıkma kararı ile ilgili olarak, aynı şirketin kâr kaybı gerekçesi ile talep ettiği 6,1 milyar avro tazminatla ilgili süreç ise devam etmektedir. Uzan ailesinin, el konulan HES yatırımları ile ilgili olarak farklı şirketler üzerinden Türkiye aleyhine açtıkları toplam 21,9 milyar dolar tazminat talepli dört adet dava halen sürmektedir.
Enerjide toplum yararı doğrultusunda dönüşüm için atılacak adımları engellemek için kullanılan ve kullanılacak EŞA bir an önce iptal edilmelidir.
- SERMAYE KESİMİ YEŞİL MUTABAKATI NASIL DEĞERLENDİRİYOR
Bugüne değin enerji yatırımlarında yalnız azami kâr dürtüsü ile hareket eden, doğayı tahrip etmekte beis görmeyen sermaye; küresel salgınının altüst ettiği, eski birçok kurumun işlevlerini yitirdiği bir süreçte, “enerjide yeni düzen, yeşil enerji, yeşil dönüşüm’’ slogan ve önermelerini tekrarlayarak, bir masumiyet maskesi ile sahneye çıkmıştır.
Özel şirketlerin ve doğrudan veya dolaylı olarak finanse ettikleri/destekledikleri düşünce kuruluşlarının, uluslararası ve ulusal ölçekte dil ve söylem değişikliği, iklim krizine karşı kayda değer bir mücadele verme niyetleri olduğunu göstermiyor. Yeşil doğaya, çevreye zarar veren sanayi, enerji ve altyapı yatırımlarından sorumlu olan sermaye kesimleri şimdi, “Acil bir krizi benzersiz bir fırsata çevirmek” için; AB ve AB üzerinden dünyaya “Avrupa Yeşil Mutabakatı” adı ile “yeni bir büyüme stratejisi” önermektedir. Bu program, fosil yakıt kaynaklı karbon salımlarını, sera gazlarını ve endüstriyel kirleticileri sona erdirmeyi öngörmüyor. Kömür santrallarının tedricen devre dışı kalması, doğal gaz yakıtlı santrallarla nükleer santralların ise faaliyetlerini sürdürmesi planlanıyor. “Karbon yakalama ve depolama” adlı, verimli çalıştığı, güvenilir ve ucuz maliyetli henüz kanıtlanmamış olan teknolojilere, yapılan AR-GE çalışmalarının olumlu sonuçlar vereceği ve önümüzdeki yıllarda hidrojenden yenilenebilir enerji kaynaklı olarak yeşil hidrojen üretilebileceği ve yakın gelecekte hidrojenin en önemli enerji kaynaklarından biri olacağı beklentisine umut bağlanarak stratejiler geliştiriliyor.
Dünyada açlıkla boğuşan milyonlarca insan varken, üretimleri için karbon salımlı faaliyetler gereken endüstriyel bitkilerin enerji üretimi amacıyla yakılmak üzere yetiştirilmelerini, iklim dostu bir faaliyet olarak görmek de mümkün değil.
İddialı karbon salım azaltma hedeflerinden söz eden AB Komisyonunun, AB ülkelerindeki yoğun karbon salım kaynaklarından olan savaş´ sanayii , ordular ve ABD birliklerinin karbon salımlarını konu etmemeleri de anlamlı.
Ülkemizin en büyük işveren örgütlerinden TUSİAD da, önümüzdeki dönemde gündeme gelecek gelişmeleri tahlil etmekte ve üyesi olan büyük sanayicileri, gerek doğrudan yaptıkları ihracatta, gerekse yurt içinde küresel tedarik zincirlerine satacakları ürünlere uygulanacak karbon denetiminde karşı karşıya kalacakları sorunlar hakkında bilgilendirme için çalışmalar yapmaktadır.
TÜSİAD, bir grup akademisyene hazırlattığı “Ekonomik Göstergeler Merceğinden Yeni İklim Rejimi” başlıklı kapsamlı çalışmada; “Avrupa Komisyonunun Avrupa Yeşil Mutabakatı (AYM) Planı ile salt bir “çevre” stratejisi değil, ülkemizi de yakından ilgilendiren yeni bir uluslararası ticaret sistemi ve iş bölümünü kurgulamakta olduğunun” altını çizmiştir. Zira, AB Yeni Yeşil Düzen çerçevesinde 2050 yılında karbon-nötr bir Avrupa hedefiyle yenilenebilir enerjiye dayalı yeni sektörlerin ve teknolojilerin devreye sokulması; sanayinin yeşil fonlarca finansmanı; tarım politikalarında “tarladan sofraya” gibi yeni dağıtım mekanizmaları; ulaşım ve turizm sektörlerinde karbon ayak izinin sıfırlanması; döngüsel ekonomi gibi yepyeni bir kalkınma perspektifi ilan edilmektedir. Bu süreç, AB’nin uluslararası ticaret ilişkilerini de, yeşil düzen çerçevesinde yeniden düzenleyeceği sinyalini vermektedir. Bu doğrultuda karbon kaçağını azaltmak amacıyla, sınırda karbon düzenlemesi (carbon border adjustment) mekanizmasıyla ticarette yeni vergiler ve tarife-dışı engeller ile örülmüş yeni bir korumacı sistemi kurgulamaya hazırlandığı duyurulmaktadır. Bu tür politikaların, ticaretinin yarısından fazlasını AB ile sürdüren Türkiye ekonomisi için çok önemli sonuçları olacaktır.” saptamalarını yapmaktadır.
TÜSİAD’dan sonra, sermaye kesiminin diğer bir grup araştırma ve düşünce kuruluşu da, yayınladığı bildiri ile: ‘‘Yeşil Mutabakat, yalnızca bir iklim değişikliği politikası değil, aynı zamanda, AB ve ABD için, yeni bir sanayi politikası, yeni bir ticaret politikası ve dış politika çerçevesidir. AB’nin Türkiye’nin en önemli ihracat pazarı olduğu dikkate alınarak, sanayi, enerji, tarım ve ticaret politikaları yeşil enerji dönüşüm perspektifinden gözden geçirilmeli ve dönüşümde AB ile senkronize bir yol haritası çıkarılmalı ve izlenmelidir,’’ demektedirler. (IKV, SABANCI IPM (IPC), TOBB TEPAV 9.3.2021).
- BİZ YEŞİL MUTABAKATI NASIL DEĞERLENDİRİYOR, ENERJİDE NASIL BİR DÖNÜŞÜM ÖNERİYORUZ?
Biz, ulus ötesi şirketlerin, gelişmiş kapitalist ülkelerin devlet kurumlarının, fosil yakıt üreten ve ticaretini yapan şirketlerin, özetle dünya ölçeğinde sermaye gruplarının temsilcilerinin, ABD ve AB yönetimlerin; enerjide dönüşüm söylemleri ve politika önerilerinin temelinde, doğanın yeşilini doların yeşiline dönüştürme hedeflerinin yer aldığını düşünüyoruz. Uluslararası ve ulusal ölçekte özel şirketlerin ve onlarla dil ve eylem birliği yapan kuruluşların kamuoyuna ve topluma gösterişli biçimde sundukları iklim krizi ile mücadele söylemlerin; samimi, inandırıcı ve güvenilir bulmuyoruz. Kendilerinin sebep olduğu iklim krizi olgusunu, fırsata çevirmenin ve sömürü düzenlerine yeniden meşruiyet kazandırma yollarının taşlarını döşediklerini değerlendiriyoruz.
Enerji’de dönüşüm söylemi, kimin için, nasıl bir dönüşüm sorularına da yanıt vermelidir. Dünyayı saran Covid 19 salgınının yıkıcı etkileriyle daha da derinleşen küresel ekonomik krizin, mevcut neoliberal politikaların yeni biçimleri ile aşılamayacağı açıktır. Sorunlar, sorunları yaratan ve yaratmaya devam edenlerle birlikte aşılamaz. Yeni kazanç alanları yaratmak için, bir tarafta fosil yakıt ticareti, fosil yakıtlara dayalı elektrik üretimi gibi faaliyetlerini sürdürürken, diğer tarafta kurdukları, kurdurdukları, finanse ettikleri düşünce kuruluşları üzerinden “yeşil yeniden yapılanma”, ‘‘yenilenebilir enerji’’, ‘‘adil geçiş’’ söylemlerini yaygınlaştırmaya çalışan, uluslararası tekelci sermaye gruplarının, kendilerini aklayan reklam kampanyaları ile insanları yanıltan petrol ve gaz şirketlerinin, gerçek amaç ve niyetleri açığa çıkarılmalıdır.
Yaşanan süreçler ve bugüne değin edinilen deneyimler, gerek AB ölçeğinde, gerekse ülkemizde, karar mekanizmalarında bulunanların, “yeşil mutabakat”la ilgili esas olarak mutabık kalacakları hususun, yapılacak tüm çalışmalarda sermaye kesimlerinin çıkarlarının korunması olacağına işaret ediyor. Egemen sınıfların ve onların siyasi temsilcilerinin gerçekten adil bir dönüşümü gerçekleştirmek için, hiç de niyetli olmadıkları kanısındayız. Kuşkusuz, emekçi sınıfların mücadeleleri onları istemeye istemeye de olsa halk yararına bazı tekil kararlar almaya zorlayabilir.
İklim krizi, giderek artan sıcaklıklar, kuraklıklar, su baskınları tüm dünya için olduğu gibi ülkemiz için de tehdittir. Hava ve çevre kirliliğinin insan ve toplum yaşamına olumsuz etkilerini gidermek, iklim krizinin insan yaşamını ve doğayı tehdit eden kuraklık, denizlerin ısınması, yer altı sularının azalması, orman yangınları, beklenmedik zamanlarda yüksek yağışlar, yağışların düzensiz hale gelmesi, su baskınları vb yıkıcı zararları azaltmak, hızla yükselme eğilimindeki sıcaklık artışını 1,5-2 oC ile sınırlamak için, enerji üretim ve tüketiminde fosil yakıtların payını mutlaka radikal ve hızlı bir şekilde düşürmek gerekir. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), 2020, 2019 ve 2016’nın kayıtlara geçen en sıcak yıllar olduğunu teyit etti.
MGM Türkiye 2020 Yılı İklim Değerlendirmesi Raporu’na göre ‘‘2020 yılı 984 ekstrem olay sayısı ile en fazla ekstrem olay yaşanan yıl olmuştur. 2020’de kaydedilen ekstrem olayların çoğu %30 ile şiddetli yağış/sel, %27 ile fırtına ve %23 ile dolu olmuştur. Diğer olaylar ise %7 ile yıldırım, %5 ile kar, %2 ile heyelan, don ve %1 ve daha az oranlarda çığ, orman yangını, kum fırtınası, yüksek sıcaklık ve sis olarak gerçekleşmiştir.
YANLIŞ ENERJİ POLİTİKA ve UYGULAMALARINA SON!
YEŞİL BİR ÇEVRE, MAVİ BİR GÖKYÜZÜ, YAŞANABİLİR BİR DOĞA İÇİN,
TOPLUM ÇIKARLARI DOĞRULTUSUNDA, ADALETLİ ve DEMOKRATİK ENERJİ POLİTİKA ve UYGULAMALARI İÇİN BİZ NE İSTİYORUZ? NE ÖNERİYORUZ?
Birincil enerji arzında fosil yakıtların %83,5’lik paya sahip olan ülkemizin fosil yakıt tüketimini azaltmaya yönelik kayda değer bir öngörüsü ve planı da yoktur. Tersine, bugüne değin Paris Anlaşmasını imzalamayan, salımları azaltmak için ciddi bir çalışma yapmayan siyasi iktidar ve enerji yönetimi:
-Fosil yakıtlı santrallara desteklerini sürdürerek,
– Fosil yakıtlı santrallarda üretilen elektriği yüksek fiyatlarla satın alarak,
-Kapasite tahsisi adı altında çalışmayan santrallara da ödeme yaparak,
-Çevre mevzuatını şirketler lehine esnekleştirerek,
-10.000 MW kurulu güçte yeni linyit santralı planlamakta,
-. Yaratacağı çevre sorunları ve oluşturduğu riskleri göz ardı ederek, teknik, ekonomik ve siyasal olarak dışa bağımlığı arttıracak olan AKKUYU NGS benzeri iki yeni NGS kurmayı öngörmektedir.
Diğer tarafta, Türkiye’nin iklimle ilgili Paris Sözleşmesi’ni imzalaması da sorunları çözecek sihirli bir anahtar değildir. Ülkemizin imzaladığı bazı uluslararası sözleşmelerin amir hükümlerinin uygulanmadığı ve yürürlükte olmalarına karşın yok sayıldıkları da göz ardı edilmemelidir.
Sorunları aşmak ve krizden mümkün olan en çabuk şekilde ve en az hasarla çıkabilmek için; yurttaşların ve toplumun vazgeçilmez gereksinimlerinin karşılanmasında kamu mülkiyeti, kamusal hizmet ve toplumsal yarar esaslarını temel alan demokratik bir planlama ve toplumsal kalkınma perspektifi ile kamucu, toplumcu bir programın uygulanması gereklidir. Şirketlerin değil, yurttaşların ve toplumun çıkarlarını gözeten, sermaye kesimlerinin kârını arttırmayı değil, yurttaşların ve toplumun yaşamsal enerji ihtiyacının yeşil bir çevre, mavi bir gökyüzü, yaşanabilir bir doğa hedefleri ile uyumlu ve çevreye en az zarar verecek bir yöntemle, güvenilir ve kolayca erişilebilir şekilde kamusal bir hizmet olarak temini için, toplum yararını gözeten adaletli ve demokratik bir ulusal kalkınma planı ve programı oluşturulması ve uygulanması zorunludur. Bu yaklaşımın bir parçası olarak; enerji sektörünü özel tekellerin kâr egemenliğinden çıkarıp kamusal bir düzleme aktarma, toplum çıkarlarını gözeten, kamusal planlama esaslı, yenilenebilir kaynaklara dayalı, düşük karbon salımlı bir ekonomiye yönelme ve enerjiyi azami ölçüde verimli kullanarak enerjide demokratik bir denetimi/programı gerçekleştirme ihtiyacı vardır.
Fosil yakıt savunucularının öne sürdükleri son gerekçeye bakalım. Diyorlar ki: “Fosil yakıtlara dayalı devasa elektrik üretimini ikame etmek için tesis edilmesi gereken binlerce GW kapasitede rüzgar türbünü ve güneş panelinin imalatı için gerekli bakır, kobalt, nikel, lityum vb. metalleri karşılayacak ölçekte rezerv ve madencilik çıkarma ve işleme kapasitesi yok.
Özel oto sahipliğini özendirmekten vaz geçmeden, bütün araçları elektrikli hale getirmek gibi anlamsız boş hayallerle uğraşmak,
Kapitalizmin özündeki sürekli daha çok üretim ve kâr dürtüsüyle , toplumun gerçek ihtiyaçlarından fazla mal üretip, bunları satabilmek için tüketimin körüklenmesi ve aşırı üretim ve tüketim kurgusu bir kenara koyulduğunda, gerçek enerji ihtiyacı da makul düzeylerde olacaktır.
Demokratik enerji programı, emeğin tarihsel kazanımlarını, örgütlülüğünü ve sosyal devleti sermayenin çıkarları lehine yok eden; sağlık, eğitim dâhil tüm alanları piyasa uygulamalarına açan neoliberal politikaları değiştirmeyi esas almaktadır. Enerjide toplum yararına bir dönüşüm, demokratik bir enerji program ve uygulamaları için harcanan çabalar, yapılan çalışmalar ; emeği en yüce değer sayan, siyasal, ekonomik, sosyal yönleriyle bütünlüklü, toplumcu bir demokratikleşme siyasal programının, eşit, özgür, adil bir topluma ve bağımsız ve demokratik bir ülkeye ulaşma mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Enerjinin tüm kullanım alanlarında daha verimli kullanılmasını sağlayacak politika ve uygulamalar yürürlüğe konulmalı, genel olarak tüm enerji kaynaklarının, özel olarak elektrik tüketiminin körüklenmesi önlenmelidir
Isınma amaçlı fosil yakıt kullanımının azaltılması için:
Tüm binalar ve yapılar, ısınma ve soğutma ihtiyaçlarını ve ısı kayıplarını asgariye indirecek mimari özelliklere, yapım kurallarına ve güneşten azami ölçüde yararlanmalarına imkân verecek güneş mimarisi esaslarına uygun olmalıdır. İmar planlamaları ve düzenlemelerde kentsel yerleşimler, güneşten azami ölçüde yararlanmaya olanak verecek şekilde konumlanmalıdır. Mevcut bina stokunda, mimarisi uygun olan tüm binalarda ve yeni inşa edilen tüm yapılarda sıcak su eldesi için güneş enerjisinden yararlanılması zorunlu olmalıdır. Yenilenebilir enerjide bilinçli politikalar izlenmeli, tüm fabrikalar ve büyük binalarda çatılara, yerleşimlerde ölü alanlara güneş panelleri konulmalıdır. Yeni elektrik enerjisi ihtiyaçlarının karşılanmasında güneş ve rüzgâra dayalı üretim temel olmalı, büyük ölçekli rüzgâr ve güneş santralları bir toplumsal kalkınma projesi olarak ele alınmalıdır. GES’ler, RES’ler yeşil alanlara, ormanlara değil çorak tepelere kurulmalıdır.
Sanayileşme strateji ve politikalarında, yoğun enerji tüketen, eski teknolojili, çevre kirliliği yaratabilen sanayi sektörleri (çimento, seramik, ark ocak esaslı demir-çelik, tekstil vb.) yerine; enerji tüketimi düşük, ithalata değil yerli girdi, ara mal ve üretime dayalı, ileri teknolojili sanayi dallarının, örneğin, elektronik, bilgisayar donanım ve yazılımı, robotik, aviyonik, lazer, telekomünikasyon, gen mühendisliği, nano-teknolojiler vb. geliştirilmesine öncelik verilmedir. Özellikle enerji yoğun sektörlerin maruz kalacağı, kaynakta ve sınırda karbon kontrolü kısıtlarının aşılabilmesi için, sanayi kesiminin, bir yandan üretimde enerji verimliliğini arttırması, diğer yandan da enerji tüketiminde fosil yakıtlardan uzaklaşması zorunludur. Ayrıca, ülkemizde sanayi kuruluşlarının olağan üstü bir şekilde yoğunlaştığı ve bu nedenle altyapı yetersizliği, çevre kirliliği vb. sorunların katlandığı, verimli tarımsal arazilerin yok edildiği yörelerden Anadolu’ya doğru yönlenmesi sağlanmalı, bölgesel eşitsizliklerin ortadan kaldırılması hedeflenmeli, yeni yatırımlarda Sakarya-Adana hattının doğusuna (gerekli çevresel önlemler alınarak) ağırlık verilmeli, Prof. Doğan Kuban’ın söylemiyle Anadolu’ya yeniden yerleşilmelidir. Tarım ve hayvancılık ülke genelinde geliştirilmelidir.
Toplam enerjinin beşte biri ulaşım sektöründe kullanılmaktadır. Diğer tarafta, Türkiye’nin birincil enerji arzında yüzde 28,70’lik payı olan ve tüketimin yüzde doksanından fazlası ithalatla karşılanan ve geçtiğimiz senelerde, her sene ithalatına 25 milyar dolardan fazla para ödediğimiz petrolün üçte ikisinin ulaşım sektöründe kullanıldığı ve enerjide dışa bağımlılığın en önemli nedenlerinden birinin karayollarındaki milyonlarca aracın tükettiği yakıt olduğu da, akıllardan çıkarılmamalıdır. İthal fosil yakıtlara bağımlılığın ve karbon salımlarının azaltılması için, ulaşım ve lojistik politikalarında çok ciddi değişiklikler gereklidir. Kent içi ulaşımda, yürüyüş ve bisiklet yollarını, raylı toplu taşımacılığı, kentler arası ulaşım ve lojistikte raylı sistemleri ve deniz taşımacılığını başat hale getirecek politika ve uygulamalara bir an önce yönelmek zorunludur. Üç tarafı denizlerle kaplı ülkemiz, Cumhuriyet’in ilk dönemlerindeki gibi, yüzünü tekrar denizlere dönmelidir. Yurttaşlar, denizlerden, dinlenme, eğlenme amaçlarıyla azami ölçekte yararlanabilmeli; sahil kentlerinin semtlerini, kent ölçeğinde kentleri birbirleri ile bağlayan düzenli deniz ulaşımı hizmetleri tesis edilmeli ve denizlerin ekonomik ve toplumsal yaşamda yeri ve işlevi arttırılmalıdır.
Şimdi, ışıklar içinde uyumasını dilediğim Mümtaz Hoca’nın ‘‘öpülesi gemilerin’’in tekrar denizlerde süzülmesi zamanıdır.
Bundan böyle enerji üretim tesislerinin kamusal bir planlama anlayışı içinde, esas olarak rüzgâr, güneş vb. yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı ve toplum çıkarlarını gözetir biçimde kurulması sağlanmalıdır. Rüzgâr ve güneş enerjisinden daha çok yararlanılmalıdır. Rüzgârda karasal kurulu güç potansiyelinin henüz yalnız beşte biri devreye alınmıştır. Denizlerde kurulabilecek RES’lerde ise daha yola bile çıkılmamıştır. İlgili tüm kesimlerin katılımıyla deniz üstü RES’lerle ilgili bir yol haritası ve strateji belgesi hazırlamalıdır. Öte yanda, emperyalist-kapitalist sistemin tüm kurumları ile, ülkemizin Ege ve Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığını daraltma , küçültme girişimleri engellenmeli, denizlerde ülkemizin haklarının tescili sağlanmalıdır. Bugün yalnız yüzde 3’ü değerlendirilen güneşe dayalı elektrik üretim potansiyelinin değerlendirilmesi için, güneş enerjisi karşıtı yaklaşım devre dışı bırakılmalı, konan engeller kaldırılmalı ve bu sonsuz kaynaktan en yüksek düzeyde yararlanılmalıdır.
2020 yılı geçici verilerine göre 305,5 milyar kWh olan yıllık elektrik üretiminde özel sektörün payı yüzde 81,7’dir. Özellikle arz güvenliğinde kamusal ağırlığın oluşması ve dolaylı olarak piyasada oluşacak toptan elektrik enerjisi fiyatlarında olası manipülasyonları önlemek için, gerek kurulu güç dengesi gerek üretim miktarı açılarından üretim altyapısında da, kamunun ağırlık kazanması şarttır. Kamu elindeki santralların özelleştirilmesi derhal durdurulmalıdır. Verimli özel santrallar da kamulaştırılmalıdır. Üretimleri durdurulacak termik santrallardan dolayı arzda doğabilecek eksiklikler ve sağlanacak verimliliğe rağmen ihtiyaç duyulacak yeni elektrik enerjisi ihtiyacının karşılanması için büyük rüzgâr çiftlikleri, çok büyük güneş enerjisi üretim sahaları, planlaması yapılmış, doğal ve toplumsal çevreye zararları asgari düzeyde olacak, yöre halkının kabul ettiği ve devreye alındığında yöre halkına doğrudan ve dolaylı katkılar sağlayacak HES vb. yenilenebilir enerjiye dayalı büyük elektrik üretim tesisleri, kamu eliyle yapılmalıdır. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere yurttaşların yenilenebilir kaynaklara dayalı elektrik üretim kooperatifleri kurmaları desteklenmelidir.
ŞİMDİ, UZUN YILLARDIR İZLENEN VE ARTIK TIKANDIĞI, BAŞARISIZ OLDUĞU AYAN BEYAN ORTADA OLAN ÖZELLEŞTİRME, PİYASALAŞTIRMA ESASLI POLİTİKALARA SON VERMENİN, ENERJİ, SAĞLIK, EĞİTİM VB KAMU HİZMETLERİNİN, KAMU KURULUŞLARI ELİYLE, KAMUSAL PLANLAMA ANLAYIŞI İLE VERİLMESİNE DAYALI PROGRAMLARI, POLİTİKALARI, KURUMSALLAŞMAYI VE İŞLEYİŞİ TASARLAMANIN VE UYGULAMANIN ZAMANIDIR.
KİRLENMEDEN, KİRLETMEDEN,
BARIŞ İÇİNDE, EŞİT, ÖZGÜR, ADİL,
AYDINLIK BİR DÜNYA VE
BAĞIMSIZ, DEMOKRATİK VE SOSYALİZM DOĞRULTUSNDA YÜRÜYEN BİR TÜRKİYE DİLEĞİYLE
Thanks for sharing. I read many of your blog posts, cool, your blog is very good.